“Doğan Beyim çok fena şeylere şahit oldum!..”

A -
A +
''Beyim, kayalara siperlenmiş arkadan hem Osmanoğullarına hem de Timuroğullarına saldırıp duruyorlar.”
 
Bu sefere çıkmadan önce böyle bir ihtimalin varlığından söz etmek mümkün değildi. Ama şimdi bir felâketin içindeydiler topyekûn.
“Belâ, başımıza nasıl bir yıldırım gibi düşermiş işte gördük.”
Muharebe olanca şiddetiyle devam ediyordu. Fakat Doğan Bey ve sefer arkadaşları ne yapacaklarına bir türlü karar veremiyorlardı. Kime vuracak ve ne diye öldüreceklerdi? İşin içyüzünü bilmeselerdi çok kolaydı. Vebali de olmazdı. Adl-i ilahide herkes hâlis niyetinin karşılığını alacaktı mutlaka. Bir canları vardı, onu da vatan için, Hak için vermeye çoktan razıydılar. Şimdi durum çok değişmişti. Aylarca iç içe yaşamış oldukları Timur Han’ı ve askerlerini yakinen tanıyorlardı. Kendileri gibi düşünen, idealleri aynı, maksatları bir, aynı kaynaktan beslenen kardeşlerden maada bir şey görmemişlerdi.
Eğer muharebeye girmeye karar vermiş olsalardı tabii olarak Osmanlının yanında, Timuroğullarına karşı kılıçlarını çekeceklerdi. Bu da bir bakıma intihar denebilecek, kardeşlerini katleden biri olacaklardı…
 Tam bu düşünceler içindeyken Atmaca Nuri’nin telâşla geldiği görüldü.
“Doğan Beyim çok fena şeylere şahit oldum!”
“De hele, çatlatma insanı!”
“Ha bu tepenin ilerisinde Serçetutan ve adamlarını gördüm.”
“Ne?”
“Evet Beyim kayalara siperlenmiş arkadan hem Osmanoğullarına hem de Timuroğullarına saldırıp duruyorlar.”
“Alçaklar!”
“Beyim çok sinsiler.”
“Bilirim itleri! Çok iyi tanırım!”
“Arkadan ve de habersiz vuruldukları için çok zayiatlar verdiriyorlar.”
“Vâh! Vâh! Din kardeşlerim, canlarım!”
“Arkadan çevrildiklerini sanan birçok birlik darmadağın oldu.”
“Bre daha ne duruyoruz? Biz de onları arkadan çevirelim! Hadi karındaşlarım gazâmız mübarek ola! Beni takip edin. Yâ Allah bismillâh Allahü ekber!”
“Yâ Allah, bismillâh Allahü ekber!”
Bu konuşmaları duyar duymaz uzandığı yerden doğrulan Boğa Hasan Bey de bütün silahlarını alarak gelmişti. Üç akıncı, hâkim bir tepeye tırmandılar. Sadaklarındaki okları, yaylarına yerleştirerek iyice siperlendiler.
Serçetutan, Seyrekbasan, Dağtartan hainlerinin böyle ellerine düşmesi hiç şüphesiz Allahü teâlânın bir lütfuydu. Gökte ararken yerde bulmuşlar gibi sevindiler. Bu ırz, namus düşmanı, imân hırsızlarına hak ettikleri cezayı verme gücü kuvveti için Rabbül alemine sığınarak uygun şartları kollamaya başladılar. Önce bu üç adamı halledeceklerdi. Sahipsiz kalan diğer taifenin işi kolay olacaktı. Sayı üstünlüklerini hiç hesaba katmıyorlardı bile. Bu teşebbüslerinin muvaffakiyetle neticeleneceğine inanıyorlardı. Çünkü, davalarında çok haklıydılar ve inanıyorlardı.
Şiddetli bir kıble rüzgârı esiyor, Hurufî eşkıyalarının yaktığı her iki tarafa ait askerlerin alevlerinin kıvılcımları ile yanık et kokan dumanları bulundukları yerin üzerine kadar geliyordu. İki taraf ordusu da son gayretleriyle birbirlerine hamle üzerine hamle yapıyordu.
Serçetutan ve adamları etrafı iyice ablukaya almışlar, kaçanların kurtulmasına imkân vermiyorlardı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.