Beni sabırla bekleyen genç taksiciye hak ettiğinden fazla ücret vererek helâllik diledim ve uğurladım.
Vestiyer görevlisi kadın yanlış palto giydiğini anlayıp ertesi gün gelen adama soruyor:
“Fransız mısınız siz?”
“Hayır, madam.”
“İngiliz?”
“Hayır.”
“İtalyan?”
“Hayır, madam fazla yormayayım, ben Türk’üm Türk!” O zaman, kadın gece düşündüklerini anlattıktan sonra:
“Türkler hiç hatırıma gelmemişti…” diyor ve müşteriye, Türk bayrağının rengini hatırlatan kırmızı ve beyaz güllerden acele yaptırdığı buketi hediye ediyor…
- Göğsüm kabardı be abla! Ne iyi ettin de anlattın. Hakikat mi? Siz mi uydurdunuz, yoksa bir yerde mi okudunuz?
- Bir yerde okuduğum doğrudur. Bu hikâyenin yaşanmış olduğu da doğrudur, çünkü buketi alan Türk meşhur yazarımız PEYAMİ SAFA’nın ta kendisidir.
- Kuvvetli kalem. Sözünün eriymiş. Ecnebilerde olduğu gibi kendi memleketimizde de dürüst olmalıyız. Namusluluktan, dürüstlükten dolayı pişmanlık duyan hiç görmedik çok şükür.
- Sizin bu kadirşinaslığınız bana bu anekdotu hatırlattı! Sağ olasın var olasın kardeşim!
- Siz de abla! Arabama binen her hanımefendiyi kardeşim, annem, bacım diye düşünürüm. Bir emanet gibi adresine götürürüm.
- Ne güzel düşünüyorsunuz. Cenâb-ı Allah böylelerinin sayısını artırsın.
- Âmin.
Gecenin ortasında bu dürüstlük üzerine sohbet sıkışan kalbimi az da olsa ferahlatmıştı. Beni sabırla bekleyen genç taksiciye hak ettiğinden fazla ücret vererek helâllik diledim ve uğurladım. Babamların evine, yine aynı hassasiyetle, sessizce girdim.
Kendini “Adım Toprak, ıslanınca çamur oluyorum…” diyerek çamur biri diye tabir eden Toprak, aslında doğruyu söylüyordu. Bizim gözümüzde de gri, sıkıntılı, içince onun tabiriyle ıslanınca hakikaten çamur olan biriydi. Çamur gibi de bulaşıyordu etrafına. Hatta anti çamurdan kahraman da diyebiliriz. Kasvetli, zihnindeki düşünceleri yüzüne yansımış bir ‘bitirim’di. Freni yoktu, ya da bozuktu, nerede duracağı, kimi ne şekilde ezeceği hiç belli olmuyordu. Kafasında hiçbir kısıtlamayı barındırmıyor, hiçbir düşünceye körü körüne bağlanmıyor sanıyordu kendini. Hiçbir otoriteyi, ahlak disiplinini, anane, gelenek görenek baskısını kabul etmiyordu. Yani o tipik bir nihilistti. Şimdi bazı okuyucularımız diyecek ki “Ya kardeşim bizim anlayacağımız dilden yazsana…” Onların sabrını taşırmadan kısa izahatta bulunayım. NİHİL, Latince'de “hiç” demek. Hiççilik, nihilizm ya da yokçuluk. Günümüzde birçok spesifik alt dala ayrılmakla beraber, en popüler tanımıyla; her şeyin kıymeti olmadığını müdafaa eden felsefi akım, görüş.
Ona göre insanların yalnızca kendi düşünceleri olmalıymış, onun için de başkalarının fikirlerini benimsemeye ve bağlanmaya lüzum duymuyormuş.
Kendine ait küçük ve renksiz dünyasında hem zatına hem diğer insanlara düşman olarak hayatını devam ettiriyormuş. Ona göre herkesin hoşlandığı felsefe, şiir, ilim, hatta insanların hissettiği duygular da bir romantizmden, onun tabiriyle hiçlikten ibaretmiş. İşte bu hiçliğin ortasında “kendine ait bir ev ve oda” oluşturuyormuş Toprak. DEVAMI YARIN