Oya ismini duyunca, oturduğu sandalyenin üzerinden döşemeye indi, süt dökmüş kedi ürkekliğiyle bir kenara çöktü
Olan biteni anlattım. Hiçbir buluşmasına gecikmeyen Oya için bu söylediğim cümle, çok büyük mânâ ifade ediyordu ve de pek mühimdi tabii. Toprak ise hepten şaşırmış boş gözlerle bana bakıyordu. Anladığım kadarıyla ruhi bunalım içindeydi ve hafıza problemleri yaşıyordu. Unutkan, hadiselere yoğunlaşamayan yarı meczup vaziyetteydi. Görüşmeyeli acayip değişmişti. Birkaç sene insanı çürütmeye yetmişti. Evi, arabası olan, en iyi giyinen imrenilen, fiyakalı bir talebelik dönemi yaşamıştı.
Oya ismini duyunca, oturduğu sandalyenin üzerinden döşemeye indi, süt dökmüş kedi ürkekliğiyle bir kenara çöktü. Yarım saat kadar onun saçmalıklarını dinlemek mecburiyetinde kaldım. Bu yaşta unutmak da neymiş? Karşındaki insanı unutmak, onu mühimsememek mânâsına gelirmiş ve büyük nezaketsizlikmiş. Daha neler, neler?
Meşhur Oya'mız geldi de bu zor durumdan kurtuldum biraz rahat nefes aldım, derken bir yarım saat de ondan… O, başka bir taraftan bakıyordu meselelere. Kim bilir ne planlar kurmuştu da onları darmadağın etmiştim bu gece.
Doğrusu hadiselerin böyle gelişeceğini düşünememiştim, bir kez daha üzüldüm kendi adıma. “Tanju bende akıl mı bıraktı?” dedim, kendime acıdım.
Toprak, bazen bir çocuk, bazen çok şey bilen âlim gibi davranıyordu. İkisinin ruh hâli de birbirlerine paraleldi. Gayr-i meşru birliktelik insanı ahmaklaştırıyor muydu ne? Oya’nın söylediklerini düşünebildiğim kadarıyla Toprak’a göre daha bir kendinden emin, daha neşeli, daha konuşkan sayılırdı…
Başıboş sokak hayatını, kendi yenidünyama göre yorumlayıp değerlendiriyordum. Bizim ailemizle birlikte olmamız gayet tabii olmasına rağmen, onların istedikleriyle beraber arzu ettikleri yerde ve yine istedikleri kadar kalıyor olmaları da onlara normal geliyordu.
Kendi havalarına uymadığımızdan, yani onlarla oturup içki içmediğimiz, kumar oynayıp gezip tozmadığımız, eğlenmediğimiz, diğer bir ifadeyle birlikte aynı hayatı yaşamadığımız için çok suçluyduk! Onlar da bizim için üzülüyorlarmış.
Herkes, bulunduğu yere göre vasıflandırıyordu kendini. “En doğrusu benimkisi…” demeden de edemiyordu. Kendine benzemeyenleri de “bozguncu” diye tart edip dışlıyor. Oysa çok farklı, oldukça zıt yaşayışlar vardı. Bütün bunları bir araya getirip mesut ve bahtiyar etmek de âdeta imkânsız gibiydi...
Hiçbir maddi sıkıntısı olmayan bir çocuğun bir dilim baklavadan aldığı ısırıktaki keyif ile ayda yılda bir dilim baklava yiyebilen çocuğun ısırığındaki tadı aynı olur muydu?
Toprak, gecenin yarısı yatağından kalkıp geldiğine memnun olacak yerde Oya’ya karşı lakayt davranmasına pek şaşırmıştım. Oysa onların evliymiş gibi sık yaşadığı bir şeydi bu hayatları. Çoğu komşuları onları karı koca sanıyormuş zaten. Kısa zaman içinde kimlerin nasıl baktığını anlattım tabii. Bende var onlarda yoktu, sadece gülmekle yetindiler. DEVAMI YARIN