SON BOHEMLER...
Neye kıymet verdiysem, verdim almadı.
Kendi kendime “Bu benim, onsuz yaşayamam” dediğim de olmadı.
Dilek tutmuyorum,
Bir şey de ummuyorum!
Ama onu hiç unutmuyorum.
Asumana başımı kaldırıp bir yıldızı seçmiyorum.
Sadece avuçlarımı açıyorum.
Umutsuzluk değil, kendimi korumak.
Tehlikeden önce gardımı almak,
Ellerim birinin elini tutarmış gibi değil uzatmak
Hep kavgaya hazırmışım gibi yumruk yapmak.
Bu yüzden artık öğrendim sevdiğimi söylememeyi.
Ve hatta sevebilme ihtimalim olan şeyleri sevmemeyi,
Ben hiç kimseye yük olmadım, olmam da.
Dolduruşa gelmedim, gelmem de!
Ta küçükken öğrendim bunları,
Bozdum nice entrika ve oyunları.
İstenmediğim yerde kalmamayı,
Ve kalbimi ve kalıbımı alıp gitmeyi...
Sana da yük olmam bunu böyle bilesin!
Duâm odur ki, her daim gülesin!
Ey rüyalarımın süsü,
Hastalığımın okunmuş tütsüsü!
***
Aylin’in ani ölümü, beni fena sarsmıştı. Sanki o değil de mezara giren benmişim gibi dünyadan soğumuştum ve üstelik tarifsiz acı çekiyordum. Bütün görüş, düşünce ve hayat tarzım altüst olmuştu. En sevdiğim, hayatım, canım Tanju’m ile bile rahat konuşamıyorduk, her şeye bir bahane buluyor, olmazsa bir kulp takıyor tatsızlık çıkarıyordum. Suçun bende olduğunu bildiğim hâlde kadınlığımı kullanıp zeytin yağı misali yine de hep üstte kalıyordum. Tanju anormal hâllerimi sezmiş olmalı ki; “Emirgân Korusuna gidiyoruz” dedi. Ben de “Bu da nereden çıktı?” demeye hazırlanıyordum, kelimeler dudağımda kaldı. Yine o kalbimi okumuşçasına “Şimdi diyeceksin ki ‘Hangi dağda kurt öldü?’ Kurt murt öldüğü yok, içimden geldi. Sen meraklanma ve telâşlanma da! Her şeyi ayarladım. Bizim bilgisayarcı Toprak, yeni araba almış, hem onu kutlarız hem de açık havada dolaşır, sonra da döneriz. Sakın hayır demeye kalkışma!” deyince sustum. Bu çıkışıyla elimden silahımı çoktan almıştı. Artık kuzu kuzu teslim olmaktan maada yapacağım bir şey kalmamıştı.
Yiyeceklerimizi de alarak sabah erkenden, trafiğe falan takılmadan ver elini Emirgân. Ne kadar ihtiyacım olduğunu gidince daha iyi anladım. Çimenlerin üzerinde koşuyorum, ağaç dallarından tutup sallanıyorum, sanki yeni yetme çocuk gibiydim.
Hafif yan yatmış asırlık bir çamın çıkabileceğim en tepesine kadar tırmandım. Bana göre çok yüksekti hem de çok... Ama garip... Ayağımın altında uzanan düzlükteki piknikçiler hiç de beklediğim gibi küçücük görünmüyordu. “İstanbul’umuzun yanı başındaki bu ormana sanki hiç insan eli değmemiş, eğer değmiş olsaydı bu tabii güzellik böyle sağlam kalmazdı…” diyordum içimden. Benden başka kimsenin daha önce buraya ayak basmadığını düşünmek, içimdeki hürriyet hissini kamçılıyordu. DEVAMI YARIN