“Haydi Jale Hanım, size diğer bölümleri de gezdireyim..."

A -
A +
Epey konuştuktan sonra ev sahibinin ya da o konumda olan hanımefendinin sık sık saatine baktığını fark ettim.
 
Hanımefendi, kendinden emin bir edayla konuşuyordu:
- Bak Jale Hanım; bir şey Allah rızası için yapılmıyorsa ne beklenilir ki? Sokakta evlenen sokakta kalıyor. Eskiler, o beğenmediğimiz ecdat derdi ki: “Çöplükte biten gül koklanmaz…” Şimdikiler necasette bitmeyenlerin yanlarına bile yaklaşmak istemiyorlar! Gerisini varın siz düşünün. Peki şimdi soruyorum Jale Hanım suç kimin?
- Suç hepimizin! Annem derdi ki: Evlenmeye acele etmeyin. Evliliğin ilk senesinde adam konuşur kadın dinler, ikinci senesinde kadın konuşur adam dinler, üçüncü yılında her ikisi de konuşur, komşular dinler. Biz şimdi o durumlara düştük farkında olmadan.
- Karı koca hikâyeleri çok bizde.
- Fıkraları da...
- Çünkü malzeme çok. Karı koca, gelin kaynana, üvey anne evlat, gelin görümce gibi… Bir kavgadan sonra kadın kocasına bağırmış: “Seninle evlendiğimde tam bir aptalmışım!” Adam cevap vermiş: “Evet çok âşıktım fark edemedim...”
- Yalnız bizim memlekette değil dünyanın her bir tarafında da öyle. Mesela medeniyetin beşiği deyip onunla gıpta ettiğimiz, körü körüne peşine takıldığımız “Ne olur bizi de yanınıza alın size benzeyelim…” diye yalvardığımız Avrupa'da biri gazeteye ilan verilmiş: “Hayat arkadaşı, eş arıyorum” diye. Ertesi gün yüzlerce mektup almış ilânı veren. Hepsi aynı şeyi söylüyormuş: “Ne olursun benimkini al!” diye âdeta yalvarıyorlarmış.
- Avrupa’da meşhur bir söz de şöyleymiş: “Bir adam karısına arabasının kapısını tutuyorsa emin olabilirsiniz ki; ya arabası yenidir, ya da karısı!”
- Nereden de uydururlar bunları?
- Hayatın içinden şeyler.
Epey konuştuktan sonra ev sahibinin ya da o konumda olan hanımefendinin sık sık saatine baktığını fark ettim. “Vakit dolduysa müsaade…” diyecektim ki ayağa kalktı. Biz de kalktık. “Haydi Jale Hanım diğer bölümleri de gezdireyim… sonra yemek...” Başımı “evet” mânâsında sallayarak yürüdüm peşi sıra.
Bir odaya girdik. Oda benim gençlik senelerimden beri kullandığım parfüm kokuyordu. Aynanın üzerine eflatun harflerle: “Sevgiliye olan arzu, his ve tutku... Lavanta esintisinin ametist şişeye hapsolmuş sevda iksiri, bir kez işlensin ve sonsuza dek orda kalsın diye…” yazılmıştı. Hâlâ onu kullanırım. Sanki benimle bütünleşmişti. Çocuklar bile kokuyu alınca muzipçe bana baktılar. Duvardaki büyük aynanın yanına elle yazılmış bir metin daha asılıydı. Gayriihtiyari ona yöneldim. Ne mi yazılıydı? İşte buyurun yazılanları beraber okuyalım.
“Ey Sevgili!” diye başlayan metin şöyle devam ediyordu:
“Beni sana kavuşturacak tek şeyin ölüm olduğunu bilseydim, Azrail aleyhisselâmı dört gözle beklerdim! Senin yerine nice güzeller talip oldu. Bir gün dahi yerine geçemediler. O kadarını ölçtüm biçtim tarttım yine bir tane sen edemediler!
İçimden “Allah Allah neler oluyor?” dedim, okumaya devam ettim:
“Aşk, bir sultanın hayata itirazıdır; susarsa çatışma, konuşursa muharebe, yazarsa destan, severse ÖMÜR olur. Tut ki ben bir gönül sultanıyım ve sana âşığım. Ey elâ gözlerine tutulduğum!” DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.