Yiyecekleri düşünürken midesinin isteklerine artık duyarsız kalamıyordu. Sarı, beyaz mayıs çiçekleriyle bezeli, zümrüt yeşili otlaklarda dolaştı. Topladığı kuzukulaklarından bolca yedi. Billur gibi soğuk sulardan kana kana içti. Derin bir nefes aldı. Ooh, çekti. Gayriihtiyari meraklanmıştı. Daha düne kadar Bursa’nın seçkin hanımı, şimdi vahşi tabiatın bilinmez bir köşesinde, hiç tahmin edemediği, neler olabileceğini düşünmek dahi istemediği istikbâlinin endişesini yaşıyordu.
Geleceğe dair hiç de iç açıcı şeyler gelmiyordu aklına Gülşah’ın... Her taraf yıldızları, dolunayı olmayan bir gece gibi zifiri karanlıktı. Hâfızasını ne kadar zorladıysa da mantıklı bir çıkış yolu bulamadı. Onu ayakta kalabilmenin zorluklarından ziyade, karnında taşıdığı biricik Doğan Beyi’nin yadigârı, canından bir can olan yavrusu korkutuyordu. Evinden, yiğitler yiğidi beyinden, kibar insan pederinden, hanımefendi anacığından uzak; canavarların içinde nasıl dünyaya getirip büyüteceğini düşündükçe gözleri yaşlarla doldu. Olanların bir rüya olduğunu, uyanınca kendini kaz tüyü şiltelerin üzerinde, bal şerbeti içerken göreceğini hayal etti.
Tatlı düşlerinden; gök gözlü, ağzından salyalar akan tanımadığı birinin kapıyı zorlayarak içeri girip sırıtarak bakması uyandırıverdi. Bu ara sıra kuytu köşelerden kendini dikiz eden Çakır adamın iğrenç yüzüne benziyordu. Kızıla çalan suratı, çivit mavisi gözleri, iri burnu ve kızıl pos bıyıkları büyüdükçe büyüdü. Sanki her tarafını, bütün bedenini kaplamıştı. “Beni mahvettin! Doğan Beyimi Acem memleketlerine gönderip kaybolmasına sebep oldun… Şimdi de evimden, yurdumdan... Zalim adam çekil önümden!.. Yapacağını yaptın artık, bırak peşimi!” haykırışı karşı kayalara çarparak yankılandı durdu.
Oldukça yaşlı olan pederini üzmemek, memleket içinde kargaşa çıkarmamak için Çakır adamın densizliklerini duymamış, görmemiş gibi davranmış, acı bir sır gibi içinde saklamıştı ne zamandır. İşte şimdi de hayallerini altüst ediyordu bu utanmaz adam. Ondan uzak olacağını düşünerek sevinir gibi oldu. Belki ucunda ölümün bile olacağı bu yalnız kalışa Çakır’ın hiçbir zaman ulaşamayacağı bir yer olması bakımından razı bile olmuştu.
“Ya! ‘Allah korusun!’ buraya kaçıran oysa. Gecenin bir köründe çıkıp önüne dikilse ne yapacaktı?” Şeytan neler de aklına getirmiyordu ki. “Ya şuysa! Ya buysa!.. deyip azap çekeceğime, gelecekleri varsa görecekleri de vardır!” diyerek, bu tür şeylere karşı kendine kuvvet verdi. İnancını tazeledi. Her kötülüğe karşı koyacak tedbirini alacak, işi tesadüfe bırakmayacaktı hiç.
***
“Ne kadar oldu gideli yiğidim?” diye söylendi. Bir evlâdının olacağını duyduğu gün sevincinden nasıl da fırlamıştı. Başının tam ortasından iki yana taradığı saçları savrulmuş, kar gibi beyaz dişleri parlamış, iri zeytunî gözleri ışıl ışıl yanmıştı sanki. Kuvvetli kollarıyla incecik belinden tuttuğu gibi yukarı kaldırmış, defalarca döndürüp durmuş, sonra da “Bu güzel haberin müjdesi olarak dile benden ne dilersen?” demiş. Cevabını beklemeden “Yavrumuza bizden zor, zahmetli bir iş kalmamalı değil mi?” diye eklemişti. Ona “Bak sen babasız büyüdün, bari bizim yavrumuz analı babalı olsun…” demişse de hiçbir tesiri olmamıştı. DEVAMI YARIN