Mânâsı ve muhtevası açık belli olan bu bir paragraf yazıyı bile nefsim, evirip çevirip “İNTİKAMINI ALMALISIN” şekline sokuyordu. Bu NEFİS denilen şey nasıl bir zalim, kindar, zerre kadar ebedî hayatını düşünmeyen ahmak şeymiş, anlamak da anlatmak da o kadar zordu.
Hastane odasında uyandığımdan beri kafamda kurguladığım planımı harekete geçirmek için vakit kaybedecek değildim. Bu kadarı kâfiydi. O da üzerimden şüpheleri atmak içindi. Yoksa uyanır uyanmaz hastaneyi terk edecek, yapacağımı yapacaktım.
Aklım başımda değildi, okuduklarımı da unutmuştum sanki. Nefis denilen acımasız dizginleri eline aldı mı yapmayacağı yoktu. Onu bütün şiddetiyle yaşadım.
***
Herkesi uyuttuktan sonra dışarı çıkmayı kafaya koymuştum. Öyle de yaptım. Gecenin en karanlık saatinde ailem derin uykudayken ayak parmak uçlarıma basarak sessizce çıktım. Çocuklarımın yüzlerine son bir defa bakmaya cesaretim olmadı.
Hâlâ evlenmeyen müzmin bekâr ve çocukluğumdan beri bana da tutkunluğunu bildiğim ‘BİTİRİMLER’ arkadaş grubumuzdan Toprak’ın evine gitmek üzere taksi beklemeye başladım. Belki işim rast gider, erken yapacağımı yapar, kafama koyduğumu tamamlarsam çocuklar, ebeveynim uyanmadan yine eve dönebilirdim. Çok zordu bu ihtimal!
Peki niçin orayı tercih etmiştim? Çünkü eskiden beri Toprak’ta küçük bir tabanca olduğunu biliyordum. Onu isteyecektim. Beni kırmazdı. Hem eski günlerden konuşur, gönlünü alırdım hem de tabancayı. Belki de bu işte bana yardım bile ederdi. Tanju denilen ahmağa haklı olarak zaten düşmandı. Ayağına gelen bu fırsatı kaçırmak istemeyebilirdi.
Oysa ben onlara ne kadar da inanmıştım! Doktor bozuntusu, demek benim beynimi inceden inceye yıkadı farkında olamadım. Hem aklımı başımdan aldı, hem de kocamı! Yine bana o Bitirimler’den fayda vardı! Bu gerici denen yobazların, ırz ve namus düşmanı hainlerin yaptığını gözümle gördüm. Meğer baştan beri beni yakınında tutması bir tuzakmış. Gel de kahırlanma, intikam için hayıflanma!
Tanju’ya da Nefise denilen fırsat düşkünü, sinsi, art niyetli ve doktorların yüz karası âdi kadına da hadlerini bildirecektim. Yaptıkları yanlarına kâr kalmayacaktı! Hadisenin nasıl gelişeceğini tahmin edemiyordum; ya oracıkta onlar beni öldüreceklerdi, ya da ben onları. Hangisi olursa olsun netice vahimdi. Ya kara toprakta ya da hapishanelerin karanlık bir köşesinde çürüyecektim. Bu iki vahim neticeye razı olan azgın bir nefis taşıdığımı bile bile kendimi frenleyemiyordum. “Bunu bana nasıl yaparlar?” deyip başımı duvarlara vuruyordum. Ne olursa olsun akıbetimin en zoruna, bütün zihnimi hazırlıyordum.
Okuduğum kitaplardan aklımda kalanlara bile tahammülüm kalmamıştı “Ama fakat... ebedî hayat…” ikazlarını şiddetle bastırmaya çalışıyordum.
Nefsim ve aklım amansız bir kapışma içinde muharebeye tutuşmuşlardı. DEVAMI YARIN