Yaz müstesnadır. Her çeşitten meyveyi bulduğumuz gibi güzel hisler de yaşatır insana...
Benim gibi sizlerin de öyle sevdalandığı, âşık olduğu zamanlar olmuştur mutlaka. O ayaklarımızın yere basmadığı zamanlarda malumunuz, kalbimiz pır pır eder, tarifsiz bir heyecan içinde kabımıza sığmaz, dolup taşardık. Sanki bütün dünyanın huzur dolu saadetlerin bize ait olduğu bu dönemleri, olduğundan fazla besler, büyütürdük içimizde...
Sevmek sevilmek pek mühimdi o yaşlarda, şimdi de kıymetinden bir şey kaybetmiş değil ya! Hele de karşılıklı ise…
Hâlâ bu yaşta bile bu hisleri yaşatmayı ve büyütmeği mühimsiyoruz. Çünkü aşk, yalnız iki kişinin paylaştığı tek olan şey ve sırlarla dolu bir hissiyat... Bu yüzden de çiftlerin birbirini anlayıp sevmesini ve aynı zamanda hürmet göstermesini çok mühimsiyorduk. Hadiseler de öylesine iz bırakıyordu dünyamızda.
Hem inat mı inat, ailemi pişman etmişim,
Hem kendimi kendime azılı düşman etmişim.
***
Kim demiş ki “Yaz çok sıcak mevsim, insanı bunaltıyor!” diye onu bunu bilemem ama benim en sevdiğim mevsimlerden biri, belki de başıydı! Niçin mi? Bir kere böyle sımsıcak bir mevsimde âşık olmuştum Tanju'ma. Bundan daha büyük bir sebep olmaz ama...
Şöyle bir dikkatlice bakın tabiata görürsünüz ne demek istediğimi. O nasıl muhteşem renk cümbüşüdür aman Allah’ım! Üstelik her mevsimi aynı anda yaşadığınız muazzam bir zaman dilimi...
Onun için hep derim YAZ başkadır bende! BAHAR da diğer mevsimler de benim için çok büyük bir mânâ ifade eder. Yaz müstesnadır. Her çeşitten meyveyi bulduğumuz gibi güzel hisler de yaşatır insana. Nasıl desem? Derin aşkı, yüksek muhabbeti, sınırsız yaşama sevincini ifade eder bende! Kanımız kaynar her anında. Huzur ve saadet yüklüdür daima.
Canımdan çok sevdiğim Tanju’m bana yine bir yaz günü “Hoş geldin…” diyor, ben de sana “Hoş geldin güzel ayım, zaferler ve hasretten tutuşanları kavuşturan ayım! Sefalar getirdin geniş aileme…” diyorum bütün kalbimle…
***
Nice düşüncelerle doluydum bu yaz günü. Hasretin, kazasız belâsız kavuşmanın vermiş olduğu havayla derin sohbete daldık.
Elimde olmadan sorduğum suâlin dışında Tanju da ben de kinayeli hiçbir kelime ve cümle kullanmadan hep müspet şeylerden bahsettik. “O niçin böyleydi, bu neden öyle kaldı?” suçlayıcı, hesaba çekici veya hesap vermeye zorlayıcı ifadelerden uzak, muhabbetten konuşmak ikimizi de ferahlandırıyordu. Anlayacağınız münakaşadan, münazaradan uzak olmanın “püf” noktasını sezmiştik. DEVAMI YARIN