Bir ara Rusuhi ağabeyim ayağa kalktı. Elindeki şerbet bardağını havaya kaldırdı. Başını arkaya attı. Bütün gücüyle:
- Yuuuuhiü, yuuuhiii yaşasın Avrupa! Yaşasın Fransa! Yaşasın Paris! Yaşasın yeni yıl…
Rusuhi ağabeyimin coşkusuna iştirak ediyorduk ki; hepimizi yerimizden zıplatan bir sesle olduğumuz yerde öylece kalakaldık.
Kapı çalınmıyor, âdeta tekmelerle kırılmak isteniyordu. Kendini ilk toparlayan amcam oldu:
- Hayırdır İnşallah! Kimdir bu densiz, gece yarısı?
- Dur hele, yavaş ol, kapıyı kıracaksın!
Hepimiz olduğumuz yerde nefesimizi tutmuş olacakları bekliyorduk. Hattâ ben culuktan bir parçayı ağzıma götürürken bu gürültüyü duymuş, öylece et ağzımda çiğnemeden donup kalmıştım. Rusuhi ağabeyim ise ayakta elindeki bardağı yukarı kaldırmış vaziyette duruyordu. Aşağı indirmeyi bile akıl edememişti.
Amcam kapıyı koşarak açar açmaz:
- Buyur, buyur çavuş! Nedir bu telaş?
- Ne çavuşu mavuşu!
- Hayırdır!
Amcam daha girmemişti ki; “YARIM ÇAVUŞ” dediğimiz gâzi; tek ayağının yerine kullandığı bastonunu yere vura vura içeri girdi. Tek gözü hırsından değirmen taşı gibi dönüyor, devleri andıran bir soluklanmayla burnundan soluyordu. Onu ilk defa bu kadar korkunç görüyordum. Sağ tarafı hemen hemen olmayan bu YARIM ADAM, kıpkırmızı et parçasıydı sanki. Ağzından köpükler saçıyordu. Babama dönerek hışımla:
- Muallim bey, muallim bey!
- Buyur Çavuş!
- Senden muallim olmaz!
- Ya ne?
- Olsa olsa bir vatan haini olur!
- Ne diyorsun Çavuş’um!? O nasıl lakırdı? Hele bir otur, soluklan! Bu hiddetinin sebebi ne?
- Oturmak mı? Senin hanene daha uğramam ve oturmam! Oturanla da konuşmam!
- Neden, niçin? Keşke dövseydin de bu hakaretleri yapmasaydın!
- Az bile söyledim!
- Bir de az söylemişmiş! Duyan da diyecek ki; muallim bey adam öldürmüş, haramilik yapmış, kadınları dağa kaldırmış! Söyle bu hakaretleri edecek kadar ne suç işledim?
- Keşke sizi gâvurun gününü, onlar gibi oyun eğlence içinde yaşarken görmeseydim! Keşke diğer yanımı da düşman götürseydi de bu yaptıklarınıza şahit olmasaydım!
- Seni doldurmuşlar çavuşum!
- Ne doldurması? Kimsenin günahını almayın! Yalan mı? Aha ortada yaptıklarınız! Daha daha… söyletmeyin beni... tövbe tövbe…
Durum anlaşılmıştı. Çavuş emmi; bizim YILBAŞI kutlamamıza fena bozulmuş, acayip kızmıştı. Bütün gözler; ayakta duran Rusuhi Ağabeyimdeydi. O ise hâlâ taşlaşmış vaziyette kendini müdafaa etmek için fırsat kolluyordu. Bir yolunu buldu:
- Ne beis var bunda?! Biz gâvur mu olduk şimdi? Bir yıl bitiyor, bir yeni sene başlıyor. Biz eski seneye “güle güle git” yeni seneye de “hoş geldin" demek için eğleniyoruz! Bunda ne var? Hiddetinden yol bulamıyoruz ki geçelim! Milletin size gösterdiği hürmeti ayaklar altına aldınız bu hareketinizle!
- Gâvur âdetlerinin bu masum yavrulara öğretilmesine rıza gösteremem! Bunun ne mânâya geldiğini bir ben bilirim! Ben! DEVAMI YARIN