Vefasızlık olmasın düşüncesiyle kıyasıya kavga edenleri ayırt etmeye çalışsam da muvaffak olamadım. Yerde bir hayli birbirini hırpaladı, yaka paça mücadele edip uğraştılar. Apartman penceresini açan feryat edip “Polis” diye bağırıyordu. Yoldan geçenlerden bir grup bu durumu gördü, bana acımış olmalılar ki koştu, kavgayı ayırmaya çalıştılar. Allah razı olsun o insanlardan yoksa ben ne yapabilirdim? Bir taraftan da çocuklarım duymasalar, görmeseler diye duâ ediyordum. Bizimle alakalı olduğunu anlasalar hepten korkar okula dahi gitmekten çekinirlerdi.
Bu başımın belâsı sarhoş Toprak, bir tuhaf olmuştu, eline ne geçirirse alıp vuruyor, kulağını kollarını ısırıyordu genç şoförün. Koca adamlar zar zor yerden kaldırdı, ayırdılar.
Hele şükür, elbiselerin toz toprak olmasından maada bir yaralanma falan yoktu.
Şoför, akıllı birine benziyordu, ne kendine, ne de Toprak’a zarar vermeden bıçağı ustalıkla almıştı. Benimle konuşmadan başı önde mahcup ileride, yolun kenarına park ettiği arabasına gitti. Ben de Toprak’a döndüm dilime gelenleri saydım:
- Sen aklını peynir ekmekle mi yedin Toprak! Yaptığını beğendin mi?
- Özür dilerim!
- Öyle özür diliyorsun ki kabahatinden de büyük! Ne hakla bunca insanı işinden gücünden ettin? Hiç yüzün kızarmıyor da, ne pişkin adamsın! Ne biçim mahlûksun ya?
- Özür dilerim dedim ya!
- Et eyle sonra da “Özür dilerim…” de masum pozlarına bürün! Hadi defol diyorum, bir daha gözüm görmesin! Bu sefer konuşmaya bile mecalin olmaz!
Olmayan gururu hepten kırılmıştı, hırpalanmış kedi yavrusu gibi topallaya topallaya uzaklaşırken aklıma o ihtişamlı talebelik seneleri geldi. “Neydi, ne oldu?” dedim sadece.
Hadiseye şahit olan komşulardan birçoğu yanıma geldi.
“Komşu geçmiş olsun. Böyle şeyleri sormak, yaralarını tazelemek hoş değildir ama merak da etmiyor değiliz. Kimdir bunlar, niçin kavga ediyorlardı? Senin kapının önünde ne işleri vardı? Hem niçin ağlıyordun? Akrabaların falan mı?” Bir anda merak ve acıma karışımı soru yağmuruna tutuldum.
Hakiki niyetlerini bilemesem de kadınların masum suâllerine cevap veremiyordum. “Bu sarhoş adam bilmem nerelerde zıkkımlanmış gelmiş kapıma. Çocukluğumdan beri güya bana âşıkmış. ‘Evlendim, artık düş peşimden’ desem de aldırmıyor, aşkının büyüklüğünü evime gelerek yeniden ilan etmek istiyormuş. Evlilik, çoluk çocuk sahibi olmak onun için mühim değilmiş, mühim olan aşkına cevap verebilmemmiş…” Daha ne diller dökmüyordu, neler neler istemiyordu ki benden.
Komşularımın içinde modern hayat yaşayanlar bile “Bu kadarı da fazla…” diyerek tepkilerini göstermeden edemediler. Toprak’ın talepleri kabul edilecek cinsten değildi. “Batı âlemi böyle yaşıyormuş. Evlilik bir ahitmiş, hislerine ve sevdiklerinle birlikte olmaya hiç kimse mâni olamazmış…” diyerek, aynısını benimle de yaşamak istiyormuş. DEVAMI YARIN