Ne gelen gitmekten kurtuluyor, ne de giden geri dönüyor!..

A -
A +

Yaralar iyileşmiş olsalar da iz bırakıyor… Yaşattıklarıyla hep aynı şeyleri işaret ediyor. Üzüntüleri yaşayıp getirdiği maddi ve manevi hediyeleri almadan göçüp gidersek yazık ederiz kendimize.

 

Kafamı avuçlarımın arasına alıp düşünüyorum da insan nelere üzülüp kahrolmuyor ki? Galiba bunun altında her şeyin gelip geçici olduğunu unutmamız yatıyor. Bir kere bu dünyayı “ebediyen kalacağımız yer” olarak kazımışız zihnimize. Kendimizi de “mülk sahibi, ev sahibi” olarak görüyoruz. Olmazları oldurmaya, dünya zevkimize göre sabitlemeye çalışmaktayız. Oysa bu bakış tarzımız bize kederden maada bir şey vermiyor. Üzüntü üretmekten başka bir işe yaramıyor. Ne dünya daimî evimiz, ne de biz bu dünyada ev sahibiyiz. Ne gelen gitmekten kurtulabiliyor, ne de giden geri dönüyor. Bu büyük hakikati içimize sindiremiyoruz maalesef.

 

Bütün düşünce, keder ve acılarımızın temelinde, kıymet verdiklerimize kavuşamama endişesi yatıyor. Bir şeye ne kadar ehemmiyet ve de kıymet veriyorsak, gitmesiyle beraber yaşadığımız acı ve keder de o kadar kuvvetli oluyor.

 

Kıymet vermeseydik eğer bu fâni dünyaya, hayatın bitmesi de kederlendirmezdi bizleri. Dünya ve içindekiler gözümüzde kıymetli olmasaydı ve üzülmeseydik, kaybettiklerimize yeniden kavuşmaya duyduğumuz istek de olmazdı. Öteleri arzulamazdık. Kederlenmek bize acı vermek için değil, asıl olana yüzümüzü döndürmek için verilmiş olabilir.

 

Okuyup dinlediklerimden, tecrübelerimden ÖZET olarak şu mânâyı çıkardım:

 

Biz insanlar, dünyaya geldiğimiz ilk andan itibaren bağlanmaya meyilli olarak yaratılmışız. Yakınlarımızdan, sevdiklerimizden vazgeçmeye hiçbir zaman hazır değiliz.

 

Sevdiğimiz bir eşyayı kaybettiğimizde, birinden ayrı düştüğümüzde, gençlikten yaşlılığa geçtiğimizde, verdiğimiz kıymet oranında yaşadığımız üzüntünün yoğunluğu da değişiyor maalesef...

 

     ***

 

Mesai bitiminde istişare etmek için Doktor Nefise Hanımı aradım, telefonu ya kapalıydı ya da ulaşılması imkânsız bir yerdeydi ki irtibat kuramadım. İş yerinde olup olmadığından emin olmadığımdan gidip gitmeme mevzuunda da bir müddet kararsız kaldım sonra da evin yolunu tuttum.

 

İçim dışım Tanju ve çıkan dedikodularla doluydu. Kapıya vardım ki anneciğim çocuklarla beraber beni bekliyorlar. Belli ki aynı vakitte oraya gelmişiz. Anahtarları vardı isterseler açıp içeri girebilirlerdi. “Merhaba çocuklar. Ooo! Dünyalar güzeli anneciğim de gelmiş…” dedim, selâm verdim, hâl hatır sordum, her şey yolundaymış gibi lakin annemin tutumu hiç de iç açıcı değildi. İçimden “Yine neler oldu? Boşuna gelmedi…” dedim, hislerimi belli etmemeye çalışarak güle oynaya içeri girdim.

 

Çocuklar kendi odalarına koştu gayet tabii olarak. Annemle misafir odasında baş başa kaldık. Bir taraftan elbiselerimi değiştiriyor beri taraftan da anneciğimin ne iyi edip de geldiğini, babamı niçin getirmediğini söylüyordum. Hani “Gök gürültüsü gibi patladı!” derler ya o çeşitten bir çıkışla ağzını açtı, durdurmam ne mümkün, öyle donakaldım. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.