Serçetutan, Canali’yi eline geçirince hemen hemen bütün işlerini ona havale etmişti.
Çok ümit bağladıkları Yıldırım Han ile Timur Han’ın kapışmasını hızlandırmak için ise bütün avaneleriyle hiç boş durmadan ne gerekiyorsa yapmışlardı. Ona göre, maksatları aynı olan bu iki cihan devletini ortadan kaldırmak mümkün görünmüyordu. Hele birleşirlerse bütün dünyayı fetheder, küfür namına bir şey bırakmazlardı. Bunu düşünmek bile deli ediyordu. Ancak bu iki dev güç, birbirini yiyip bitirebilirdi. Bunun zeminini de iyice olgunlaştırmış, dönüşü olmayan bir yola sokmuşlardı. Bu savaş mutlaka olmalıydı. Yoksa yaşama şansları kalmayacak, hepten silinip tarihin derinliklerine gömülüp gideceklerdi. Son çırpınışlarıydı belki de. İstikbâlleri, zifirî karanlık görünüyordu.
İçinde bulunduğu çıkmazlardan olsa gerek, bilhassa kendi adamlarına ve zayıf, kimsesizlere karşı pek titiz, çok huysuz, oldukça inatçı ve saldırgan olmuştu Serçetutan. Vara yoğa hiç durmadan dırdır eder, söylenirdi. Miskin olduğu kadar da eli sıkıydı. Cimriliğinden şimdiye kadar hizmetçi veya bir çırak tutmamıştı. Kızılhan’da Canali’yi eline geçirince hemen hemen bütün işlerini, odasının temizliğinden, para pul, alış verişlerine kadar akla gelebilecek her şeyi ona havale etmişti. Nereden bilecekti âşık olacağı kızı bu çelimsiz uşağa kaptıracağını!..
Arkadaşlarından ayrı gittiği yerlerde mekânın en iyi yerini seçip kurulur, sağa, sola emirler yağdırırdı. Akıl, mantık, hesap hendese gibi mefhumlar hiç yoktu. Dediğim dedik, çaldığım düdüktü... Seher vaktinde başladığı küfrüne gece yarılarına kadar devam eder, dur durak bilmeden söver sayar, gücü yettiklerini hırpalardı. Onun için candan seveni pek görülmemişti.
Osmanlı akıncılarını yok etmek için seçtiği kırk kişi de kendine benziyordu. Hepsi de azgın Hurufîlerden arta kalan eşkıya takımıydı. Sivas, Erzincan, Erzurum, Van, Tebriz ve bütün Horasan bölgelerinde ne kadar kötü fiiller varsa başta hırsızlık, namussuzluk, ev yakma, iffetli kadınları, kızları dağa kaldırma ve akla gelebilecek her türlü pislikler bunların eseriydi. Osmanlı topraklarında işledikleri cinayetlerini Timur’un askerlerine, Timur tarafında yaptıklarını da Osmanlı akıncılarının üzerine atar ve bu durumu da her tarafa yayarlardı. Sonra yağdan kıl çeker gibi aradan sıvışır, mazlum, sefil görünmekten ayrı bir tat alır, acındırmayı da başarırlardı. Bütün işleri güçleri fitne, fesattı. En küçük fırsatları menfaatlerine çevirmede çok mahirdiler. Bu kış Doğan Bey’in yüzünden fazla ileri gidememiş ahali de rahat bir nefes almıştı. Hiç kimse bu sessizliğin gerçek sebebini tam öğrenememiş, akıllarına göre çeşitli hikâyeler uydurmuştu.
Kimilerine göre tövbekâr olmuş, insanların arasına katılmışlar, bazılarına göre ise Yıldırım Han’a sığınmış, onu Timur Han’a karşı saldırtmaya çalışıyorlarmış. Bir sürü laf, dedikodu işte…
***
Timur Han tarafından refikasını da alıp istediği yere gitme ve dilediği gibi yaşama müsaadesi verildiği günden beri içi içine sığmıyordu Canali’nin. Memleketine dönme, sevdiklerine kavuşma arzusuyla yanıp tutuşuyordu. Hazırlanıp yola çıktıklarından beri aklından neler geçmiyordu ki? Acı dolu hâtıralar... Hâtıralar... Daldı gitti yine... DEVAMI YARIN