Kelimelerin anlatamayacağı kadar HASRETİM SANA! Kurşunların vuramayacağı kadar vurgunum da. Ne aşkımı anlatacak bir kelime, ne de aşkımı vuracak bir silah buldum… Sadece kalbimde zindana atılmış bir HASRET ve de Tanju'nun aşkıyla yanan bi kıvılcım aldım.
Ya bu HASRETLE FİRAR eder giderim, ya da bu kıvılcım beni hepten YAKAR KÜL eder biterim!
Hakikaten derdim, kederim ne? Biliyor muydum cevabını? Neşemi, sevincimi, hayata bağlanma kuvvetimi yitirdim. O coşkulu, mesut, huzurlu günlerimin ne de çok hasretini çekiyorum bir bilseniz. Öylesine bir hasret ki bu; ne sen sor, ne ben söyleyeyim. Sevdiklerim, yakınlarım ve bana dost olanların her biri başka bir yerdeydi; hiçbirine kavuşamıyorum...
En son gördüğümde doktorum Nefise Hanım şöyle bir misalle MUHABBETİ anlatmıştı.
Âşık ile Mâşuk karşılıklı sohbet ediyorlarmış.
Âşık ve Mâşuk birbirlerini çok seviyorlar ancak hislerini bir türlü açamıyor ve sevgileri ortada kalıyor. Bir gün Âşık dayanamayıp Mâşuk'un evine gidiyor, kapıyı çalıyor. İçeriden bir ses:
“Kim o?”
Âşık cevap veriyor:
“BENim…”
Mâşuk içeriden sesleniyor:
“Git buradan!”
Âşık şaşırıyor. İnanamıyor ama ayrılıyor kapıdan üzgün bir şekilde.
Dağlar, ovalar dolaşıyor Mâşuk'un aşkından ölecek duruma geliyor. Olup bitenlere bir mana veremiyor, dayanamayıp tekrar Mâşuk'un kapısına geliyor, kapıyı çalıyor, içeriden bir ses:
“Kim o?” diyor. Âşık cevaplıyor:
“BENim…”
Mâşuk yine aynı ses tonuyla sesleniyor:
“Git buradan!”
Âşık yine çıldıracak gibi oluyor, hepten deliye dönüyor. Bir türlü anlamıyor Mâşuk’un niye böyle yaptığını. Kendini yeniden yollara vuruyor. Aşkıyla eriyor da sebebini bulamıyor. Günler ayları, aylar seneleri kovalıyor. Âşık kendini Mâşuk'un evinde buluyor yine. Kapıyı çalıyor. İçeriden aynı ses:
“Kim o?”
Âşık cevaplıyor:
“SENim…”
Mâşuk içeriden sesleniyor:
“Ne bekliyorsun? Hemen GİR içeri!”
Bu sonu gelmez şüphelerim, gittikçe büyüyen aşkım, başıma daha neler açacaktı henüz kestiremiyordum.
***
ŞOKTAYIM!!!
Sabahtan erken çıktık yola,
Mahzun kaldı bizim naylon karyola.
Az gittik, çok yorulduk verdik mola.
Ne iştir söyle sevdiğim, hayrola?
Aynı tas, aynı hamam bu ne telaş?
Bön bön bakma, kapıyı aç arkadaş!
Yol ver içeri girem yavaş yavaş!
Sona ersin bu acımasız savaş!
Hep neşeli, keyifli görünsek de,
Farklı farklı dertler var içimizde.
Kimlerin gözü varsa işimizde,
Onların da payı var neşemizde.
Ankara’dan İstanbul’a dönerken, mahzun mahzun etrafı seyrediyordum. “Hazan mevsimi yaklaşıyor…” dedim. Yol boyunca uzayıp giden bozkırlar çöl sarısına bürünmüş, geniş yapraklı ağaçlar sararıp kızarmıştı. Bunlar zaten sonbaharın iyice yaklaştığının habercisiydi. DEVAMI YARIN