“Hanım” derken heyecanlanıyorum... Düşünebiliyor musun aylar sonra ilk defa bugün bir hanımefendiye “hanım” diye hitap ediyorum.
Jale:
- İyi de öyle canım yanmış ki ne bu ifadeye, ne de ona verilecek cevaba hiç hazır değilim. Pot kırarsam kusuruma bakmayın, olur mu?
- Ben de zaten “hanım” derken hem heyecanlanıyorum, hem de şaşırıyorum. Düşünebiliyor musun aylar sonra ilk defa bugün bir hanımefendiye “hanım” diye hitap ediyorum.
- Tarihî dönemeçteyiz!
- Bence de...
- Bak sana ne anlatayım hanım?
- Buyur...
- Kanadalı meşhur doktor William Osler, Montreal Tıp Fakültesini kazanmış. Kazanmış ama içinden de muvaffak olup iyi bir doktor olamayacağını düşünüp üzülüyormuş.
- Öyle şey mi olur? Sen kalk en gözde yeri kazan, sonra da otur kara kara düşün!
- Oluyor maalesef. İstersen anlatmayayım.
- O mânâda demedim. Hani sözün gelişi.
- Mizacı öyleymiş belli ki. O düşüncelerle doktor olmuş. Bu sefer de iyi bir doktor olup insanların dertlerine deva olamayacağının derdi sarmış. Ta ki İngiliz tarihçi Thomas Carlyle’dan okuduğu bir cümleye kadar.
- Eee! Neymiş o cümle?
- Onun bütün hayatını değiştiren ve öldüğü 1919 senesine kadar; bütün dünyanın adını duyduğu, meşhur ve popüler bir doktor olmasını sağlayan cümle şuymuş:
“Bizim hayatımızdaki en mühim işimiz, belli belirsiz, puslu şekilde uzaklarda bulunan şeyleri görmeye çalışmak değil; gözümüzün önünde apaçık hâlde duran şey için ne yapacağımıza karar vermektir.”
- Mazimizi unutalım, hayal kurmayalım yani.
- Hayal olsun ama hakikatleri de göz ardı etmeyelim…
- Yine yabancı hayranlığı!
- İliklerimize işlemiş! Bak Fudayl bin İyad hazretleri ne buyurmuş? “Kişi, herkesle düşüp kalktığı müddetçe, riyakârlıktan kurtulamaz.” Yine mübarek insanlardan Ahmed bin Harb hazretleri de “Gölgeyi güneşe tercih edip de, Cenneti Cehenneme tercih etmeyene, akıllı denebilir mi?” diye biz fânileri hesaba çekiyor. Gönül sultanlarımızdan Mevlâna hazretleri bakın ne buyuruyor: “İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun diye bu âlem yok değildir.” Ama bizim aklımız fikrimiz hep yabancılardan medet ummaktan yana. Niçin? Öyle yetiştirildiğimiz için!
- Bu sözler yanında Thomas’ınki bal yanında reçel bile değil, reçine gibi kalıyor!
- Aynen.
Çiçeği burnunda evli çiftler gibi sil baştan yeniden başlamıştık. Birbirimizi güzel cümlelerle anlamaya, tartmaya devam ederek bahçeye çıktık...
Çimenlerin üzerinde yürümek ne hoştu. Meyve ağaçlarının arasında dolaşıp çevrenin güzelliklerini seyrettik doya doya. Tanju, nasıl bir yerde yaşayacağımı göstermek, varsa şüphelerimi dağıtmak, korkularımı yenmeme yardımcı olmak istiyordu galiba… veya bana öyle geliyordu.
Hayranlıkla seyrettiğim bu müstesna yerin evimiz olduğunu daha söylememişti.
DEVAMI YARIN