Beş altı ay böyle geçti… Eş dost hısım akraba ve yakın komşularımız hayırlı olsuna, ev ziyaretine, yemeğe gelmeye başlayınca aklımız karıştı, devrimiz de dönmeye başladı. Ağız birliği etmişçesine neredeyse herkes “Hangi devirde yaşıyoruz, böyle ev mi olurmuş? Hiç yeni gelin evine benzemiyor! Olmaz, dünyada olmaz! Bu genç yaşta 'Bir lokma, bir hırka…' derviş hayatı yakışmaz sizlere!” deyip bizi küçük görmeye başlayanların haddi hesabı yoktu.
Benim üç problemime bir de yakınlarımızın ev dizayn etme telaşı katılmıştı. Şimdi hikâyemizin bu bölümünü okuyanlar diyecek ki üç problem de neydi?
Biri, benim için dünyanın en güzel kelimelerini kullanan Tanju daha ilk gecemizde “manyak” imajında bulundu, yutmuş, üzerine gitmemiştim.
İkincisi; Yağmur isimli biriyle mesajlaştığını yakalamıştım ama “yağmurum, rahmetim sensin” diyerek tevil etmiş yine inanmıştım.
Üçüncüsü; Yağmur yazılı bir lüks bir araba üzerimize sürülmüş ölümden dönmüştüm, hiç umurunda olmamıştı. Basit hadiseleri kıskançlık hisleriyle yorumlayan biri durumuna düşürülmüştüm, yine susmuş “Hayat ne güzel” demiştim.
Şimdi illa da eşya al baskısıyla karşı karşıyaydım, bakalım nereye kadar devam edecekti. Eşya isteyenlerin çoğu da Tanju’nun çevresinden olanlardı her ne hikmetse.
***
Minderde, sandalyede, basit kanepede oturmayıp “Mobilyasız olmaz” deyip, söylendiler. Sanki eşyasız olan biz değil kendileriydi.
İtinayla özene bezene yaptığımız, ikram ettiğimiz yemeğimizi yer sofrasında “Dizlerim ağrıyor…” deyip yemek istemeyen ve bu yüzden bir daha evimize gelmeyenler de oldu.
Hanemize şu veya bu şekilde uğrayan ağız birliği etmişçesine “Olur mu böyle şey? Bizler de azla başladık. Tek tek aldık, bir de baktık evimiz dolmuş. Alın, mutlaka eksiklerinizi tamamlayın!” diyordu. “Alın” demeleri kolaydı da neyle, nasıl alacağımızı söyleyen yoktu.
Hayat arkadaşım da bunları duyuyor ve görüyordu. Oturup “Ne yapabiliriz?” diye mütalaa ettiğimizde “Ama kazancımız yetmez!” hakikatini ortaya koyuyor, pek yanaşmıyordu.
Bir gün komşular çaya çağırdılar kadın kadına. Evleri, eşyaları âdeta büyüledi beni. “Onların var da benim niçin olmasın?” demeye başladım. Ne olduysa ondan sonra oldu. O “Dünyada olmaz! Borçlanamam!” dedikçe, ben direndim. İsteklerimden vazgeçmiyordum artık. “Olmaz, yapamayız, altından kalkamayız!” deyip kırk dereden su getirse de nafileydi, bastırdıkça daha çok bastırdım. Âdeta bu işten, bu amansız mücadeleden zevk almaya başlamıştım. Kadının gücünü, kuvvetini göstermeliydim, galip gelmeliydim mantığıyla hareket ediyordum.
Bir gün yine “İlla mobilya…” demeye hazırlanıyordum ki, o benden önce davrandı, “Hadi Jale’ciğim Mobilyacılar Çarşısına gidelim…” O günkü sevincimi anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalır. Muzaffer olmuş komutan edasıyla “Bu tılsımlı ve de basit cümleyi daha önceden söyleyip de beni yorup üzmeseydin olmaz mıydı?” diyerek adamı köşeye sıkıştırmaya başladım bu sefer de. Erkekleri zor durumda bırakmaktan sadistçe zevk alıyordum! DEVAMI YARIN
Sayfayı hazırlayan yazan ve okuyandan Allahu Teala razı olsun