Çocuklar eve gelirken bir kuru yemişçinin önünde yaşadıklarını heyecanla anlatıyorlardı:
- Haklısın anne! Adam ilkin aldırmadı. Laf atanları, söylenenleri duymazlıktan geldi. Birisi tutup montundan çekince açtı ağzını, yumdu gözünü. Anlatılmaz, görmeniz lazımdı.
- Eee?
- Sıradakiler de hiddetlendi, seslerini daha yükselttiler:
“Hooop! Ne oluyor?”
“Bir uyanık sen misin?”
“Geç sıraya!”
“Biz bostan korkuluğu muyuz burada?”
“Dağ başı mı burası?”
“Zengin mengin anlamayız! Geç sıraya dedik!”
Adam baktı rahat durmayacaklar, daha gür sesle:
“Hop bir dakika! Yahu ben Hristiyanım! Adım da Gabriel, Gabriel! Senede bir gün bayramımız var, onu da neşeyle kutlayalım dedik, burnumuzdan getiriyorsunuz! Hele şu sıraya bak! Soruyorum, biz sizin ramazan ayınızda hiç pide sırasına giriyor muyuz? Kurban Bayramınızda hayvan çadırlarını dolaşıp yeri size dar ediyor muyuz? Bu ne aymazlık ya!”
- Fena biriymiş! Allah Allah! Ee!
- Biz de çok şaşırdık, kuyruktakiler de! Bir müddet derin bir sessizlik oldu. Sonra uğultu hâlinde anlaşılmaz konuşmalar duyduk. Onlardan tek aklımda kalan; “Adam haklı…” Bu çıkış bazılarına tesir etmiş olacaktı ki sessizce sıradan ayrılanlar oldu. Çoğu da başı önde bekledi.
- İbretlik bir hadise yaşamışsınız çocuklar. Bunun üzerine eğlence falan düşünmemişsinizdir herhâlde!
- Adam haklıydı Anne! Türk ve Müslüman olarak yer yarılsaydı da yerin dibine girseydim daha iyiydi. Utandım, kızardım, bozardım…
- Maalesef memleketimizde sıkça görülebilen tablo çocuklar! Daha düne kadar geçtiğimiz yol kenarlarındaki hindi sürülerini görünce daha bir şaşırmıştım. Bizim Kurban Bayramımızda gelen hayvanlardan çoktu.
- O kadar hindiyi nereden de bulmuşlar?
- İşin ucunda para olunca herkes koşuyor. Evet çocuklar, Müslümanlık ile Türklük öyle kaynaşmış ki et ve tırnak gibi ayrılmaz bir bütün olmuşlar. Çok şerefli bir kimliğimiz var elhamdülillah. Aydınlığa, güneşe kavuşmak için gün batımına değil gün doğumuna doğru koşmak lazım. Bizi ısıtıp aydınlatan hayat kaynağımız güneş, Garp'tan değil Şark'tan, yani Doğu'dan yükseliyor. Garba yani Batıdaki devletlere imrenip onlar gibi olmaya çalışırken ne olur kimliğimizi kaybetmeyelim!..
İsteseydim de bu hadise kadar çocuklara olup bitenleri anlatamazdım. Belki bizleri kırmamak için “Peki…” deseler de içlerinde bir ukde kalabilir, “Bizim aile niçin böyle? Herkes Ay’a bunlar yaya!” demeye başlarlardı. Elhamdülillah, kendiliğinden hallolmuştu bu mesele. Bana göre çocukların anlattıkları sıradan bir hadise değildi. “Hikmetinden suâl olmaz…” derlerdi büyüklerimiz. Muhakkak manevi birçok işaretler vardı da bizim görecek gözümüz, işitecek kulağımız yoktu.
DEVAMI YARIN