Son engel evinin eşiğiydi; kalbi küt küt atıyordu İbrahim’in...

A -
A +
"Bre molla! Ne ahlanıp duruyorsun? Evini, barkını özlediysen yol yakınken dön!.."
 
Su şırıltısından, kuş cıvıltısından bir şey anlamayan;
Ne anlar; dert ve belâları birlikte harmanlayamayan!
                      ***
          YENİDEN TİLLO…
Tek mâni, son engel evinin eşiğiydi; kalbi küt küt atıyordu İbrahim’in. Nereden, nasıl olduysa, gözünün önünde hocası şekillendi; bir adımda atladı eşiğin üstünden, arkada mesuliyetleri, bir masa dolusu kâğıt, divit kalem ve mürekkepleri, tamamlanmamış birkaç şiir, yazı, el sallayıp inci gibi gözyaşı akıtan sevgili Firdevs’i ve cömert akrabaları…
Bütün telaş yola çıkana kadardı.
Farklı bir yol takip etti bu sefer İbrahim. Onu âdeta büyüleyen Tillo yoluna sapmadan Erzurum yoluna çıktı. Çoğu atlı kervan harekete hazır onu bekliyordu.
“Bana bak nefsim! Bak sana ‘zalim, hain, kâfir nefsim’ demiyorum, ‘bana bak diye’ sesleniyorum ki beni yerden yere vurmayasın! Ey nefsim; daha keyifli bir yolculuk yapabilmemiz için elimizden geldiği kadar sert kayalara çarpmadan ilerlemeye gayret edelim. Şimdi atımızın üzerine sıkı tutunalım ve ardımıza bakmadan ve biricik Firdevs’imizi aklımıza almadan; kervandan ne ileri, ne geride kalmadan sefer eyleyelim! Kıymetli nefsim; gözlerimizi dört açıp ve huzurlu bir yolculuk sonunda sevdiklerimize kavuşmanın hayâlini kuralım şimdiden. Huzur ve saadet dolu iyi yolculuklar ey nefsim!..”
Bir taraftan hain nefsiyle cebelleşirken, bir taraftan da bir sevdiğinden ayrılmanın üzüntüsünü, diğer taraftan da başka bir sevdiğine kavuşmanın heyecanıyla yanıp tutuşuyordu İbrahim Hakkı. Ne yapsaydı, ne etseydi rahat yüzü göremiyordu. Çeşitli hisler, düşüncelerle sefer hâlindeyken İsmail Fakirullah hazretlerinin bir sohbeti aklına geldi. Sanki dün gibiydi ve ona bakarak diyordu ki: “İmâmı Mâlik hazretleri buyurdular ki:
-İnsanların ayıp ve günahlarını araştırıp onları hesaba çekmeyin! Çünkü siz; -hâşâ- onların Rabbi değilsiniz! Kendi ayıp, kusur, kabahat ve günahlarınızın hesabını nasıl vereceğinizi düşünün, noksanlarınıza bakın, çünkü aciz, zavallı bir kulsunuz! Ve kul hatasız, kusursuz olmaz! Mutlak sizin de birçok ayıp ve noksanlıklarınız vardır da göremezsiniz! Anlatabildim mi İbrahim’im?..”
 İşte en hoşuna giden kelimeyle yine son noktayı koymuştu hocası: Ne demişti? “İBRAHİM’İM...” Bu ifadenin içinde, muhabbet, aşk, meşk, kadir-kıymet ve akla gelebilecek bütün güzellikler vardı. Hem de sımsıcak, içten ve samimiyetle dopdoluydu. Elinde olmadan “Ah Hocam” dedi tebessüm etti. Yanındaki atlı duymuş olmalı ki;
- Bre molla! Ne ahlanıp duruyorsun? Evini, barkını özlediysen yol yakınken dön!
- Öyle mi görünüyorum?
- Ne bileyim? Kendi kendine konuşman, bazen ağlayıp, bazen gülmelerin hayra alamet değil!
- Yaa öyle! Kabahat bende…
- Yok bende olsaydı bari!
- Haklısın bey! İşte neylersin ki aciz kuluz ve hasretlik kolay değil! DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.