Tepeden tırnağa bütün bedenini örten yanardöner kaftanı, altından bir zırh gibi görünüyordu. Küçük ağzından dökülen kelimeler sanki birer ok olup bağırlarına saplanıyordu dinleyenlerin. Düşmanın üzerine atılacak dişi bir kaplan gibi iri şahin gözlerini hanımların üzerine dikti yeniden.
Devletşah Hatun son sözlerini söyledi misafir hanımlara:
“Ey Molla Fenârî Hazretleri’nin hanımı Şayeste Hatun, ey Yeşilyurt Beyi’nin hanımı Dilâra Hatun, ey Hisar Beyi’nin hanımı Nurbânu Hatun, ey Beyazıd Paşam’ın refikası Hüsnâ Hatun, ey Süleyman Çelebi’mizin refikası Matlube Hatun, kerimem Hundî Sultan ve cümle hazirun size derim ve sözümü tamam ederim ki talebimiz önce sabır, sonra da yine sabırdır... En mühimi de başımızın tacı Padişah Efendimize tam sadakatle tâbi olmak ve dahi dua etmektir. Emrimizin böyle olduğu biline ve böyle de uyula.”
***
Serçetutan, bugün oldukça telaşlı ve bir o kadar da asabiydi. Doğan Bey’i ve arkadaşlarını tuzağa düşürebilecekleri yolun nerede, nasıl bir yer olduğunu Seyrekbasan ve Dağtartan’a sıkı sıkıya anlattı, vazifelerini de tembihledi tekrar tekrar. Başarısız olmaktan fevkalâde korkuyordu. Çünkü karşısında bir orduya bedel Osmanlı akıncıları vardı. Gerçek niyetlerinin açığa çıktığı o baca hâdisesinden sonra hiç durmamış, bu şeytani fikrini geliştirmiş, arkadan vurma, topyekûn imha etme işine kilitlenmişti. Kaybetme şansı yoktu. Okunu, yayını, kalkanını omuzuna aldı; kılıcını, kamalarını kuşağına yerleştirdi. Hana ve bir kış geçirdiği odasına uğramadan ortalığı bozmadan, hayatın devam ettiği mesajını verecek şekilde bırakarak, atına atladığı gibi gizli yerlerden süratle uzaklaştı. Diğerleri de şüphe uyandırmayacak şekilde başka yollardan aynı hedefte buluşmak üzere gözden kayboldular. Tam kırk kişi olmuşlardı. Hepsi de atlı, silahlı ve zırhlıydılar. Maksatları, Doğan Bey ve arkadaşlarını yakalamak, Yıldırım Han’la Timur Han’ı harp ettirmekten alıkoyacak bilgi ve belgelerin Osmanlı Sultanına ulaşmasına mâni olmaktı…
Doğan Bey’i, Timur’un üzerine saldırtmayı beceremeyen Serçetutan, son olaylarla ne yapacağını şaşırmış, tutarsız hareketler sergiliyor, tarifsiz bir bunalım yaşıyordu. Hele Mahperi’nin kendini tersleyip çulsuz bir köleye varmasına fevkalâde sinirlenmiş, âdeta yıkılmıştı. Etrafındakilere güvenemediğinden mi, yoksa Çakır Vezir’in gizli işlerini bozma korkusundan mı ne fazla da ileri gidememiş, ilk taşkınlıklarından sonra iyice kabuğuna çekilmiş gibi görünüyordu.
Çılgın gönül işinin ona en büyük zararı ise şu olmuştu; fazla serbest bırakılan Doğan Bey, Timur Han’ın yakınlarıyla temas kurmuş, bu irtibatlar sonucunda kanaati değişmiş, düşünülen suikast uzamış, iş hepten tersine dönmüştü. Osmanlı akıncılarının gizli hedefleri varsa, Hurufî fedailerinin de daha fazla hile hurdaları vardı. O olmazsa bir başkası devreye sokulacaktı elbette. DEVAMI YARIN