Doğan Bey, etrafına bir göz gezdirdi. Bu harplerde kaşarlanmış akıncıya göre harp demek; hile, arkadan vurmak demekti. Ama insan gücü bakımından çok fakirdiler. Biliyordu ki, şu yanan askerler mutlaka şehitti, o eşkıyaları ise biraz sonra cehennemden başka bekleyen bir yer yoktu. Hâlbuki ölme de, öldürme de müminler için büyük bir kazançtı, yüksek makamlara kavuşmaktı, Hakkı hakikati bulmaktı.
“Allah müstahakını versin! Faydasız yangın!” diye başını salladı Doğan Bey. Hurufî eşkıyaları kendilerini akıllarınca emniyete almış, dağın eteklerindeki kayalıklara saklanmış vadidekileri rastgele ok yağmuruna tutuyorlardı hâlâ.
“Buraya gelen biter!” diyorlardı.
Doğan Bey, siperlenmiş eşkıyalara biraz daha sokuldu. Kendinden emin, rahat hareketleriyle dikkati çeken Serçetutan’ın yanı başında iki büyük zalim daha duruyordu. Açık alanda her iki orduya ait vurulmuş askerler, at ve filler yan gelmiş yatıyor gibi uzanmışlardı. İçlerinde hâlâ can çekişenlerin kıvrılıp uzandıkları fark ediliyordu…
Doğan Bey, hainler karşısında parlayan bir Osmanlı gözüyle işlenen vahşete baktı. Askerî bir hesap yaptı. İçinden “Az kaldı soysuzlar!” dedi. Biraz ileride çevreyi gözetleyen Boğa Hasan Beye ve oradan da birlikte Atmaca Nuri Beye gittiler. Fısıltıyla müşavere ettiler.
Eşkıya Hurufîler, hâlâ işlerinde, tutuşturdukları yangınla meşguller.
Üç kafadar akıncı, son derece dikkatliydi; hani o yalnız hususi insanlara mahsus, iddiasız, kibirsiz, gizli, harikulade kuvvet… Sabra dayandıkça adamlar yorulmaya, okları bitmeye, yayları çatırdamaya başladı. Nihâyet imkânlarının çoğu bitmişti.
Doğan Bey, ileriye atıldı Serçetutan’ı ağzından yakaladığı gibi kayaların dibine yatırması an meselesi oldu. Gıkı bile çıkmadı. Diğer arkadaşları da kararlaştırıldığı gibi Seyrekbasan’ı ve Dağtartan’ı aynı şekilde tesirsiz hâle getirdiler. Fakat onlara öyle bir ceza vermeliydiler ki temiz ellerini onların pis kanlarıyla kirletmemeliydiler. Ceza şekilleri zihinlerinde teşekkül ettikçe, “neticeyi” beklemiyor, hissiyatları doğrultusunda tatbikine başlıyorlardı.
Önce eşkıyaların ellerini, ayaklarını ve ağızlarını iyice bağladılar. Sonra da sarıp sarmaladıkları adamları kaldırıp beygirlerin üzerine çul vurur gibi bindirdiler. Şimdi sıra, Hurufî kalabalığının önüne çıkarmaktaydı. Biraz ilerisi harbe odaklanmışlarla dolu idi. Doğan Bey, en yakın kayaya dayandı. Biraz zihnini toparlayıp düşündü. Canlı tek bir Hurufî dahi bırakılmamalıydı. Sağ taraf yoğundu. Ölenler çoktu, asıl muharebe oradaydı. Herkes de o tarafta birikmişti. Tenha görünen sol taraftan sessizce sızarak Hurufî okçularının atış alanına girecek şekilde atları yönlendirip kıçlarına birer kamçı vurdular. Fazla geçmemişti ki kendilerine doğru gelen atlıları gören eşkıyalar, son oklarını da bu kendi adamlarının üzerine yağdırdılar. Üç düzenbaz bir daha kalkmamak üzere kanlı birer çuval gibi yere yıkıldı... DEVAMI YARIN