Anne...

A -
A +

Bir tarihte, Amerikalı bilim adamları, anne sevgisinin derecesini ölçmek için bir deney yaptılar.

 

Genişçe bir kazana anne maymun ile yavrusunu koydular. Kazanı bir ocak üzerine oturtup, yavaş yavaş ısıtmaya başladılar.

 

Sıcaklık yükselince ayakları yanmaya başlayan anne maymun, yavrusunun da yandığını bilerek onu kucağına aldı.

 

Deneyciler ısıyı daha da yükseltince, bu defa anne, yavrusunu ayaklarının altına alarak, üstüne çıktı.

 

Bilim insanları raporlarını su acı hükümle bitirdiler:

 

“Anne sevgisinin de bir sınırı vardır.”

 

DNA’nın henüz keşfedilmediği dönemlerde, mahkemeye iki hanım getirildi.

 

Kadı Efendi’nin daha önce hiç duymadığı bir dava konusu ile…

 

İki kadın da aynı çocuğun annesi olduğunu iddia ediyordu.

 

Kadı, tarafları dinledikten sonra kararını bildirdi:

 

“İki anne de çok ikna edici konuştu. Bir karara varamadım. Onun için, çocuğu ortadan ikiye bölüp, iki hanıma pay edeceğim.”

 

Hanımlardan biri yerinden fırladı:

 

“Aman efendim, ben davadan vazgeçtim, çocuğu ona verin!”

 

Kadı, çocuğu, itiraz eden bu kadına verdi.

 

 

 

Bunlar giriş cümleleriydi.

 

Evlilik sonrası anne ile kızı, İzmir’in iki ayrı yakasında kalmıştı.

 

Genç öğretmen hanım, düğünün üzerinden altı ay geçtiği hâlde, annesinin evine çok çok altı defa gitmiş, son iki aydır da hiç uğramamıştı.

 

Evlatsız geçen her gün, emekli öğretmen olan dul annenin hasret inşaatına bir kiremit daha koyarken, bu altı aylık zaman diliminde iki kandil, bir de dinî bayram yalnız geçmişti.

 

Soğuk bir kıs gecesinde, esinin yakıt tasarrufu sebebiyle kafasında baslık ve ayağında çoraplarla girdiği yatağından, acı acı çalan ev telefonunun sesine kalktı genç öğretmen hanım…

 

Akşamdan kalma yorgunluğu üzerindeydi.

 

Gece lambasının cimri ışığı ile önce telefonun yanında duran saate göz attı; biri beş geçiyordu.

 

Bu saatte çalan hemen hiçbir telefon iyi şeylerin habercisi değildi. Farkında olmadan karnını tuttu, içindeki bebeği korumak istercesine.

 

Küt küt atan kalbi ve titreyen eliyle telefona uzandı, ürkek sesi zor çıktı:

 

- Aloo? Karsıdan belli belirsiz, korkak ve yumuşak bir ses duydu:

 

- Benim

 

Acı bir haber yerine şefkatli bir ses duyunca hem rahatlamış hem de sinirlenmişti:

 

- Bu saatte ne var anne?!.

 

- Özür dilerim kuşum. Sen de yirmi beş yıl önce bu gece, bu saatte bana gelmiştin. Doğum günün kutlu olsun.

 

Öğretmen hanım, annesinin burnunu çekmesinden, telefonu ağlayarak kapattığını hissetti.

 

 

 

Sadık Söztutan'ın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.