- Yapma yavrum, dedi anneanne, sonra gözyaşlarını yersin.
Turizmci babanın dizi oyuncusu oğlu, uçak yolculuğu sırasında kendisi ile ilgilenen sarışın hostese sıcaklık duymuş, tanışmış, konuşmuş, kartını vermiş, randevu koparmış, bir kez buluşmuş, ikincisine gitmeden önce annesine ve anneannesine bu olaydan bahsetmişti.
- İlk izlenimim çok olumlu… Bu ilişki iyi yerlere gidecek gibi, demişti kahvaltıda…
Anneanne, yetmiş altı yıllık tecrübe torbasının içine, ihtiyar elini daldırarak işte bu cümleyi çıkarmıştı:
- Yapma yavrum, sonra gözyaşlarını yersin.
★ ★ ★
Genç oyuncu, nezih bir deniz kenarı restoranında buluştuğu hostesle keyifli bir sohbetteydi.
O, setlerdeki eğlenceli, çarpıcı, hüzünlü, ilginç hatıralarını anlatırken, hostes uluslararası uçuşlardaki maceralarından, hatıralarından, gördüğü yerlerden bahsediyordu.
Her ikisi de çeşitli bahanelerle birbirine dokunuyor, konuştukça daha da samimi oluyor, birbirlerinin özelliklerini, hobilerini, zaaflarını, sevinçlerini, üzüntülerini keşfediyorlardı.
Yemeğin sonuna doğru konu, kaçınılmaz olarak kıskançlığa, kadın erkek ilişkilerine gelmişti.
Hostes dedi ki:
- Sakın hemcinslerini savunma bana; uçağın bir ucundan öbür ucuna geçerken ceketimin cebi kartvizit doluyor!
- Yapma yahu, ciddi misin? İnanmıyorum!
Delikanlı surat mı assın, öfke mi duysun, espri mi yapsın kestiremedi. Daha ikinci buluşmada kıskanç bir adam olduğu izlenimini vermek istemiyordu. Ama kemikli zayıf yüzü gerilmiş, masanın üstündekileri devirecek kadar öfkelenmişti.
Farklı konuştu:
- Eğlenceli olmalı bu...
★ ★ ★
O hafta sonu delikanlı devam eden dizi çekimi için güneye, hostes batıya uçacaktı.
Hostes ayrılırken sordu:
- Oslo’dan bir şey ister misin?
Oyuncu gülerek tek kelime söyledi:
- Seni…
★ ★ ★
Tekrar İstanbul’da buluşabilmeleri için altı gün geçti.
Oyuncu, yine aynı restoranda, parmaklarını çıtırdatarak, telefonunu kurcalayarak dudaklarını kemirerek hostesin gelmesini bekliyordu.
“Evlensek, acaba ileride bu tür şeyler, uçak yolcuları, yurt dışı seyahatleri problem olur mu?” diye düşünüyordu.
Gözü, açık duran geniş kapıdaydı.
Biraz sonra güzel hostes yüzünde sürekli taşıdığı tebessümle göründü; kapıda kendisini karşılayan garsona -muhtemelen- oyuncunun gelip gelmediğini soruyordu.
Oyuncu yerinden kalktı, “sevgilisi” uzun boyunu kolay görsün diye…
Hostes, “hah” diye işaret parmağı ile garsona gideceği yeri gördüğünü belirten bir hareket yapıp, oyuncunun masasına yöneldi.
Garson hızlanarak önüne geçti, ondan önce masaya gelip hostesin oturacağı sandalyeyi çekti.
Güzel kız delikanlıya “Merhaba” diyerek oturdu.
Garson sabırsızdı:
- Siparişleri şimdi mi alayım?
Oyuncu:
- Sonra… deyince garson saygı ile geri çekildi, masaların arasında kayboldu.
Hostes:
- Ne haber? Nasıl geçti çekimler?
Oyuncu:
- Sorma, dedi. Yönetmenin annesi vefat etmiş, aynı gün geri döndük. Sen neler yaptın?
- Norveç buz tutmuş resmen. Onlar için sıradan ama biz otele kendimizi atıncaya kadar buz kestik.
★ ★ ★
Hostes bir şey hatırladı; çatalı masaya bırakıp “bir saniye” der gibi işaret parmağını havaya kaldırıp, sandalyenin arkasına astığı ayakkabıları ile aynı rengi taşıyan çantasını aldı ve süpermarkette para üstü veren kasiyer kız gibi elindeki dört kartviziti oyuncunun önüne bıraktı:
- İnanmamıştın, bunlar son seyahatten…
- Ne bunlar?
- Kartvizit veriyorlar demiştim ya.
Genç oyuncu aldığı ilk kartta,
“T….... K..……
M…… Turizm”
yazısını görünce, diğer kartlara bakmadı bile; hissedilir şekilde beyazlaşmış bir suratla sandalyesinde geriye yaslandı.
Kartvizit babasına aitti.
Anneanne, yetmiş altı yıllık tecrübe torbasının içine, ihtiyar elini daldırarak işte bu cümleyi çıkarmıştı:
- Yapma yavrum, sonra gözyaşlarını yersin.
★ ★ ★
Genç oyuncu, nezih bir deniz kenarı restoranında buluştuğu hostesle keyifli bir sohbetteydi.
O, setlerdeki eğlenceli, çarpıcı, hüzünlü, ilginç hatıralarını anlatırken, hostes uluslararası uçuşlardaki maceralarından, hatıralarından, gördüğü yerlerden bahsediyordu.
Her ikisi de çeşitli bahanelerle birbirine dokunuyor, konuştukça daha da samimi oluyor, birbirlerinin özelliklerini, hobilerini, zaaflarını, sevinçlerini, üzüntülerini keşfediyorlardı.
Yemeğin sonuna doğru konu, kaçınılmaz olarak kıskançlığa, kadın erkek ilişkilerine gelmişti.
Hostes dedi ki:
- Sakın hemcinslerini savunma bana; uçağın bir ucundan öbür ucuna geçerken ceketimin cebi kartvizit doluyor!
- Yapma yahu, ciddi misin? İnanmıyorum!
Delikanlı surat mı assın, öfke mi duysun, espri mi yapsın kestiremedi. Daha ikinci buluşmada kıskanç bir adam olduğu izlenimini vermek istemiyordu. Ama kemikli zayıf yüzü gerilmiş, masanın üstündekileri devirecek kadar öfkelenmişti.
Farklı konuştu:
- Eğlenceli olmalı bu...
★ ★ ★
O hafta sonu delikanlı devam eden dizi çekimi için güneye, hostes batıya uçacaktı.
Hostes ayrılırken sordu:
- Oslo’dan bir şey ister misin?
Oyuncu gülerek tek kelime söyledi:
- Seni…
★ ★ ★
Tekrar İstanbul’da buluşabilmeleri için altı gün geçti.
Oyuncu, yine aynı restoranda, parmaklarını çıtırdatarak, telefonunu kurcalayarak dudaklarını kemirerek hostesin gelmesini bekliyordu.
“Evlensek, acaba ileride bu tür şeyler, uçak yolcuları, yurt dışı seyahatleri problem olur mu?” diye düşünüyordu.
Gözü, açık duran geniş kapıdaydı.
Biraz sonra güzel hostes yüzünde sürekli taşıdığı tebessümle göründü; kapıda kendisini karşılayan garsona -muhtemelen- oyuncunun gelip gelmediğini soruyordu.
Oyuncu yerinden kalktı, “sevgilisi” uzun boyunu kolay görsün diye…
Hostes, “hah” diye işaret parmağı ile garsona gideceği yeri gördüğünü belirten bir hareket yapıp, oyuncunun masasına yöneldi.
Garson hızlanarak önüne geçti, ondan önce masaya gelip hostesin oturacağı sandalyeyi çekti.
Güzel kız delikanlıya “Merhaba” diyerek oturdu.
Garson sabırsızdı:
- Siparişleri şimdi mi alayım?
Oyuncu:
- Sonra… deyince garson saygı ile geri çekildi, masaların arasında kayboldu.
Hostes:
- Ne haber? Nasıl geçti çekimler?
Oyuncu:
- Sorma, dedi. Yönetmenin annesi vefat etmiş, aynı gün geri döndük. Sen neler yaptın?
- Norveç buz tutmuş resmen. Onlar için sıradan ama biz otele kendimizi atıncaya kadar buz kestik.
★ ★ ★
Hostes bir şey hatırladı; çatalı masaya bırakıp “bir saniye” der gibi işaret parmağını havaya kaldırıp, sandalyenin arkasına astığı ayakkabıları ile aynı rengi taşıyan çantasını aldı ve süpermarkette para üstü veren kasiyer kız gibi elindeki dört kartviziti oyuncunun önüne bıraktı:
- İnanmamıştın, bunlar son seyahatten…
- Ne bunlar?
- Kartvizit veriyorlar demiştim ya.
Genç oyuncu aldığı ilk kartta,
“T….... K..……
M…… Turizm”
yazısını görünce, diğer kartlara bakmadı bile; hissedilir şekilde beyazlaşmış bir suratla sandalyesinde geriye yaslandı.
Kartvizit babasına aitti.