2025 Ramazan ayının sondan bir önceki cuma günü bir adam, nefes nefese Sultanahmet Camii’nin külliyesi içindeki halıcı dükkânlarından birine girdi:
- Selamünaleyküm. Of, ne sıcak bu!
- Aleykümselam, buyur abiciğim. Gelen adam, koltuğunun altında rulo yapılmış kilim seccadeyi, bir müşteriye beğendirir gibi açarak yere bıraktı.
- Cuma namazı için getirmiştim. Caminin içine giremezsem dışarıda namaz kılarım diye… Ama şadırvanın bulunduğu bütün avluya sıra sıra hasırlar sermişler. Yer çok. Bu seccade baba yadigârı. Namaz anında ne olur ne olmaz, buraya bırakabilir miyim? İki gün önce yazlığa gitmiş olan babasının parasıyla semirdiği her hâlinden belli, yirmi üçlü yaslarda, dolgun, parlak yüzlü delikanlı, elindeki kalemi trampet sopası gibi masaya vurmaya ara verdi; bir seccadeye, bir adama, tekrar seccadeye baktı.
- Tamam abi, dedi, ben buradayım. Adam çıktı. Delikanlı gömüldüğü siyah deri baba koltuğundan kalkıp seccadenin ilmiklerini kurcalamaya başlamıştı ki dükkânın kapısında iki kişi belirdi. Biri bir kadın turist, diğeri rehberdi. Dükkândaki halıları incelemeye koyuldular. Ezan okundu, ortalık seyrekleşti.
Kıvırcık saçlı, kara kas kara gözlü, zayıf turist rehberi, dükkân sahibi delikanlıyı sıkıştırıyordu:
- Sevgili kardeşim, kadın bu seccadeyi beğendi. Dediğine göre yıllardır bunu arıyormuş. Kıymetli bir şeymiş bu. Helsinki yakınlarında…
Turiste döndü:
- Which city?
- Türkü…
- Hah, Türkü şehrinde bir Türk evi açmış. Kendisi de Türk soyundan geliyormuş zaten. Bu seccadeyi oraya koyacakmış. Çok kıymetli diye tutturdu.
- Güzel de abiliğim, emanet o… Sahibi camiye gitti. Birazdan gelir. Ben karışmam. Elindeki seccadeyi evirip çevirerek orasını burasını inceleyen sarı saçlı, çekik gözlü turist kadın, Türk rehberin kulağına bir şeyler fısıldadı.
Rehber, halı satıcısı çocuğa döndü:
- Bu kilimin yası, boyası, dokuma tekniği, malzemesi çok özel, diyor.
Turist bu defa sesli konuştu:
- But let’s not make it longer... I don’t have time... I have to get to the airport...
Rehber olayın vahametini tercüme etti halıcı çocuğa:
- Kadın havaalanına gidiyormuş! “Fazla zamanım yok. En son altı bin dolar veririm” diyor! Manyak bunlar, su kadar parça için altı bin dolar diyor! Bence kaçırma.
Çocuk jöleli saçlarını kurcalamaya başladı:
- İyi de abiciğim, ben ne yapacağım simdi?..
Bu yumuşama işaretiyle karsı taraf bastırdı:
- Son altı bin beş yüz diyor! Delikanlı üniversite sınavında bu kadar zorlanmamıştı.
İçinde bulunduğu durum, bir dönemin Yargıtay başkanının hâkimler için yaptığı o ünlü tarife çok uyuyordu:
“Vicdanı ile cüzdanı arasında sıkışıp kalmıştı.”
Son kararını verdiğinde temiz süt emmiş olduğunu da gösterdi:
- Hayır… Emanettir o…
Rehber, çok da iyiye yorulmayacak sinirli bir el hareketi ile arkasını döndü, turistle beraber dükkândan çıktılar. Seccadenin sahibi, mart ayı olmasına rağmen, sırf o güne mahsus sıcak yüzünden gömleğinin yakası iki düğme açık, oflaya puflaya içeri girdi. Seccadeyi rulo yaparken delikanlıya teşekkür etti. Çocuk onu duymuyordu, pantolonunun cebindeki madenî paraları sakırdatıp duruyordu.
- Amca ya…
- Efendim?
- Sen bu seccadeyi satar mısın?
Adam hızla ve şaşkınlıkla kafasını çevirdi:
- Yo yo, dedim ya, ata yadigârı…
- Olabilir, ama kaç para vereceğimi duymadın ki?
- Paranın miktarı hiç önemli değil.
- Dört bin dolar da mı önemli değil?
Adam seccadeyi bırakıp ayağa kalktı, pantolonun belinden tasan gömleğini parmaklarıyla içeri itti:
- Bak delikanlı, anladığım kadarıyla sen babadan esnafsın. Beni kötü zamanda kıstırdın. Su aralar çiğ köfte dükkânı açıyorum ve para lazım. Gel sunu dört bin beş yüz dolar yap bari de sende kalsın canına yanayım!
- Peki… Delikanlı, kasadaki paradan eksik kalan beş yüz doları da yan komsudan tedarik edip, seccade sahibine verdi ve uğurladı. Böylece, hayattaki ilk ciddi kazığını da yemiş oldu; sıradan bir seccade ve çete hâlinde çalışan üç kişinin oyunu ile…
Sadık Söztutan'ın önceki yazıları...