İşte bizim hikâyemiz

A -
A +

— İsmin neydi oğlum senin?

 

— Halûk efendim.

 

— Maşallah…

 

— İsmime mi?

 

— Hayır cismine…

 

Özel bir diyaliz merkezinin koridorundayız.

 

İki hasta kadının ortasındaki koltukta oturan Halûk, sağında uyuklamakta olan annesinin yüzüne eğildi; uyuduğunu görünce soldaki meraklı hanıma döndü:

 

— Neden öyle dediniz?

 

— İki haftadır, üçer gün buraya geliyoruz. Sana dikkat ediyorum, annenin üzerine titriyorsun. Diyalize hazırlarken, indirip kaldırırken bir mücevheri taşır gibi dikkatli ve ilgilisiniz. Bunun için maşallah dedim.

 

Hâluk tebessümle konuştu:

 

— Ondan başka kimimiz var ki?

 

— İşin gücün, karın, çocuğun yok mu senin?

 

— Bekârım. İşim var ama annemden önemli değil. Bunlar fırsat zamanları…

 

(Tekrar annesine bakarak sesini alçalttı.)

 

—  Yarın, öbür gün kaybedersek pişmanlık işe yaramaz.

 

— Ne iş yapıyorsun?

 

— Su şefiyim (Sous Chef).

 

— Nedir o? Ne yaparsın yani?

 

— Bir otelde aşçı yardımcısıyım efendim.

 

— Benim bir oğlum, iki kızım var ama gördüğün gibi yalnız başımayım. Onun için maşallah diyorum bir kere daha.

⏺ ⏺ ⏺

 

 

Serpil Hanım haksız sayılmazdı.

 

Salı, perşembe, cumartesi diyaliz günleriydi ve iki haftadır devam ediyordu. Kadın, bu günler hep ambulans görevlilerinin indirip bindirmeleri ile diyaliz merkezine gelip gidiyordu.

 

Hülya Hocaoğlu ise kendisi için yıllık izne çıkan en büyük oğlu Halûk sayesinde el bebek gül bebek tedaviye geliyordu.

 

O günkü diyaliz uygulaması sonrası oğlu Halûk, annesi Hülya Hanım'a:

 

— Anneciğim siz oturun, ben arabayı alıp geleyim, dedi ve dışarı çıktı.

 

Hülya anne, acelesi varmış gibi hemen Serpil Hanım’a döndü. Diyaliz seansı öncesi oğlu ile konuşan kadın ambulans bekliyordu.

 

— Siz Halûk ile konuşurken ben uyku taklidi yapıyordum aslında. Konuşmalarınızı dinledim. Benim de üç çocuğum var. Halûk en büyükleri… En iyileri… Diğer ikisi senin çocukların gibi, bana ilgisizler. İkisi de üniversiteye başladı.

 

(Suratına bir ağlama görünüsü oturdu. Dudakları titredi.)

 

— Halûk sırf beni yalnız bırakmamak için evlenmiyor.

 

— Maşallah.

 

— Yaa… Pırlantadır benim oğlum… “Benim oğlum” dedim de. Esasında biz babası ile evlendiğimizde o altı yaşındaydı. Annesi öldükten üç ay sonra ben geldim. Çünkü ona bakacak kimse yokmuş. Ben büyüttüm onu.

 

— Nasıl? Üvey oğlun mu bu?

 

— Halûk için üvey kelimesini sevmiyorum. İki öz oğlumdan daha özdür benim için…

 

O sırada Halûk dışarıdan cam kapıyı tıklatınca Hülya Hanım ayaklandı.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.