11 Temmuz 2023 günüydü.
O sabah, Türkiye’nin Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş Kıbrıs’a gelecekti.
Onu takip edip haber yapacaktım.
Ayrıca akşama da Dipkarpaz’a gidip oğluma kız isteyecektik.
Dipkarpaz’ı size şöyle tarif edeyim:
Kuzey Kıbrıs haritasından Türkiye’ye doğru kolunu uzatmış ince burun var ya, işte o uzuuun çıkıntının uç kısmında. Lefkoşa’daki evimizden Geçitkale’ye, oradan Yeni İskele’ye, oradan Mehmetçik’e, sonra da kıvrıla yüksele tepeye, Dipkarpaz’a çıkacaktık.
Kafamda plan programla uğraşırken telefon geldi.
Hastaneden arıyorlardı.
Kontrol günümmüş; savuşturmak istedim ama olmadı; aşırı ısrar sonucu peki dedim.
Adada pek de görülmeyen yağmur sonrasının şahane gökkuşağı görüntüsü ile Yakın Doğu Üniversitesi Hastanesinin lüks koridorlarından geçip doktorun odasına ulaştım.
Kapısı açıktı ve yalnızdı.
- Oo, Bünyamin Bey, şeref verdiniz. Hoş geldiniz.
Bu siteme teşekkürle karşılık verdim:
- Eksik olmayınız efendim.
- Al şu barkodu, kan ver. Yarım saate çıkar. PSA’na bakacağım.
Kan Alma Servisine gittim, bankodaki kadın bulmaca çözüyordu. Barkodu uzattım:
- Sıra numarası alacaksınız, diye karşı duvar dibindeki dik bir çeşmeyi andıran numaratörü gösterdi.
- Ama sırada kimse yok ki…
- Olmaz beyefendi, kayıt şart.
Gittim, binbir zorlukla barkodu okuttum, hafif bir cızırtı ile 249 rakamı kendini gösterdi. Koparıp tekrar bulmacacı kıza gittim. Barkodu küçük bir tüpe yapıştırıp bu kez solundaki kabinleri gösterdi.
Bir tanesine girdim. Başı kapalı, mor önlüklü bir kız oturuyordu. Başka kimse yoktu.
- Bakın baştan söyleyeyim, benim damarımı bulmak Gabar’da petrol bulmaktan biraz daha zor, dedim.
- Bizim işimiz bu, dedi belli belirsiz bir tebessümle.
Ama işini yapamadı. Çünkü eldivenli parmağıyla koluma bastırmasına, bir başka bölgeye ilaç sürüp kolumu evirip çevirmesine rağmen başaramadı. Bu sefer yumruğuma indi, aradığını buldu ve “Derin nefes alın” diyerek iğneyi sapladı, kanı aldı.
Kan tahlili sonucunun çıkmasına yarım saat vardı. Dışarı çıktım.
Kafeteryanın binadan taşmış açık bölümüne oturdum.
Sol tarafta Gönyeli şehrinin dokuz gün sonraki ‘özgürlük günü’ne hazırlanmış bayraklı coşkusunu görünce eskilere gittim.
On dörtlü yaşlardaydım, Türk askeri adaya gelmeden önce, dağlarda on bir yıl direnen kahraman mücahitlere köyden eşek sırtında yiyecek ve su taşırdık.
Sonra 20 Temmuz 1974'te Türk askeri geldi.
O sabah Deniz Piyade Tugayının ilk çıkarma aracı işte şu aşağıdaki sahile kapak atmış, paraşütçülerimiz Gönyeli’ye inmiş, Komando Tugayımız da Pınarbaşı ve Hamitköy’e girmişti.
Neyse, şimdi sizi tarihe boğmayayım. Üç çocuğu ve eşi banyoda katledilen Binbaşı Nihat İlhan’ı ve ailesini, çıkarmanın ikinci günü şehit düşen Albay İbrahim Karaoğlanoğlu’nu duayla yâd ediyorum.
Numan Kurtulmuş’un gelmesine bir saat kalmıştı.
Doktorun kapısından içeri girdiğimde bilgisayar ekranına bakıyordu.
- Hah, şimdi çıktı. Sonuç iyi; 0,06…
- Çok teşekkür ederim efendim.
Tekrar sitem etti:
- Bir dahaki kontrolünüz üç ay sonra ve umarım o zaman da bizi yalvartmazsınız.
- Rica ederim. Mesleğime âşık olduğumu biliyorsun.
Doktorun kaşlarını çattığını görünce ellerimi havaya kaldırıp şöyle dedim:
- Tamam, yani önce sana, sonra mesleğime âşığım karıcığım.
- Hah, şimdi oldu, dedi ve bana doğru dudaklarıyla boşluğu öptü.
Kapıdan giren genç bir hanım hastaya yol vererek çıktım.