Zafer abiyi geç tanıdım. İstanbul eğitim camiasında, hemen herkes bilirmiş. “O bizim millî damadımız” demişti mesela bir okul müdürü.
Zafer, Nilgün öğretmenin Finlandiyalı esi. Tamam. Karışık bir giriş oldu.
Söyle: 1979 yılında turist olarak Erzurum’a gelen Finlandiyalı gruba, İngilizce Öğretmenliği öğrencisi Nilgün ve arkadaşları rehberlik yapmış. Çifte Minare, Yakutiye Medresesi, hatta taa Aziziye Tabyalarına çıkmışlar. Bu seyahatte Zafer abi, hem Selçuklu mimarisine hem Nilgün’e âşık olmuş.
- Bi’ dakka, demiş Nilgün, Müslüman olmadan bir daha yüzümü göremezsin. Kararım çok net, çok kesin. Anlamlı bir yerde, Abdurrahman Gazi’nin türbesinde adam kelimeişahadet getirmiş. “Roope” olmuş “Zafer.” Fince isminin anlamı buymuş. Zafer abimiz geldiği ekiple ülkesine dönmemiş, üç sene Erzurum’da çiçeği burnunda öğretmen hanımının tayini sebebiyle dört sene de İstanbul’da kalmış. Annesinin ölümü üzerine, yedi sene sonra apar topar ve tek basına ülkesine gittiğinde uçak kazasında ölmüş. Hayır, İstanbul’dan bindiği uçak düşmemiş.
Annesinin cenaze töreninden sonra, eski askı depreşmiş, yedi paraşütçü arkadaşıyla havalandığı uçak düşmüş.
Nilgün öğretmen, esini beklerken Mikko Aaltonen imzalı bir telgraf almış:
“Üzgünüz. Esinizi kaybettik. Paraşütçülerin neden uçaktan atlamadıklarını araştırıyoruz. Gelişmelerden sizi haberdar edeceğiz.”
Buraları hızlı hızlı geçiyorum. Çünkü öykümüz bu değil. 1999 yılı Haziran ayının başlarıydı.
On altı yasındaki lise birinci sınıf öğrencisi
- Bir rüya gördüm, dedi.
- Hayırdır inşallah.
- Yaa, hiç yaaa! Aklımda bile yok, nerden rüyama girdi bilmiyorum.
- Kim?
Çayını yudumladı:
- Millî takım.
- Nasıl yani?
Futbolcu mu oldun?
Kafan ne ile meşgulse rüyana da o girer tabii.
- Hayır anne yaa.
Ne futbol ne futbolcu ne millî takım, bu aralar aklıma bile gelmemişti. Önümüzdeki haftalarda bin millî maç var, sadece onu biliyorum. Finlandiya ile oynayacağız.
- Ee?
- İşte güya o maçı 4-2 kazanmışız...
- Hayırlısı olsun oğlum.
Tesadüf bu ya, liseli genç, aksam saatlerinde gittiği Akmerkez’de millî takımın teknik direktörü ile burun buruna geldi! Daha doğrusu hoca, dikkatli dikkatli bir elektronik eşya dükkânın vitrinine bakıyordu. Delikanlı “A-ha, rüyam çıktı” diye geçirdi içinden...
Kararsızca iki ileri, bir geri adım attı bir süre.
Sonra kendisini frenleyemedi; yürürken bir başka vitrinin önünde duran hocaya yaklaştı:
- Aff edersiniz Hoca’m, bu gece bir rüya gördüm de... Rüyasını anlattı, maçı 4-2 kazandıgımızı söyledi. Hoca, delikanlının yanağını okşadı ve...
Millî takım 5 Haziran 1999’da Helsinki’de oynanan o maçı Yavuz’un rüyasındaki gibi 4-2 kazanmasaydı, bu öyküyü buraya almazdım. Evet, Helsinki Olimpiyat Stadı’nda oynanan maçı 4-2 kazandık. Rüya sahibi delikanlı mı?
Onu, millî takım hocasının davetlisi olarak geldiği Helsinki’de, stadın Yavuz, kahvaltıda annesine: kapısında, hocanın içeriden çıkmasını beklerken gördüm. Önce hocaya teşekkür edip kucaklaşacaktı; sonra birlikte babasının mezarına gidecektik.
Teşekkür ederim. Hoşça kalın. 90'lı yıllardan beri sizi takip ediyorum. Sonsuz güzellikler dileklerimle.
Teşekkür ederim. Hoşça kalın. 90'lı yıllardan beri takip ederim sizi. Sonsuz güzellikler dileklerimle.