Cahit, Mahmut ve Ahmet…
İstanbul’da aynı okuldan tanısan üç arkadaş, 1993 yılında çıkarılan “Yurt İçi Bedelli Askerlik Kanunu” ile iki aylığına Burdur’daki tugaydan içeri girdiler.
Cahit’in kuzeni orada yüzbaşıydı ve üçünü arka arkaya kaydettirdi.
Bu, aynı yatakhanede yan yana, aynı bölükte arka arkaya dizilmek demekti.
İstanbul’da bozulmuş bir metrobüsten alıp, helikopterle eve bırakmaktan biraz daha büyük bir yardımdı onlar için.
Tugayda en büyük dertleri, hiçbir dertlerinin olmayışıydı.
Yatakhaneden yemekhaneye, oradan camiye, oradan futbol sahasına, oradan yine yemekhaneye ve yine yatakhaneye…
Bu yorucu mesai ile haftalar tükenirken, terhislerine bir hafta kala, yüzbaşı sayesinde çarsı iznine çıktılar.
Üç kafadar Burdur’un keçi kuyruğu kadar kısa çarsısı ile yetinmeyip, garnizonun dışına tastılar. Cahit bir araba kiraladı ve Mahmut’un memleketi olan Afyon’a gittiler.
-Eczacı- Mahmut’un planına göre, onun yazlığına gidecek ve serçe avlayıp yiyeceklerdi. Cahit ana yoldan yazlığın stabilize yoluna dönerken acele etti ve önündeki kamyon karoserinin sağ kösesine sürttü. Kırılan cam Cahit’in yanağını çizdi ve hastaneye döndüler.
Cahit’in yanağında beyaz ve tuhaf bir sargı bezi “ambalajı” ile tekrar yazlığa geçtiler. Çok acelesi varmış gibi ev sahibi Mahmut, bıçak koleksiyonunu getirdi. Çeşitli boy ve şekildeki bıçaklardan birini bırakıp ötekini alıyorlardı.
Ahmet, sağ başparmağıyla sustalı bir tanesinin düğmesine basınca, bıçak sertçe açılarak sol başparmağının altını derince kesti. Başparmağın kanayan etli kısmını üstünkörü bir bezle bağlayıp hastanenin yolunu tuttular.
Ölmek var, dönmek yoktu. Serçe avı için yazlığa döndüler. Ev sahibi Mahmut tüfeği getirdi ve siftahı yaptı. Ağaçtan bir serçe düşünce diğerleri beklemedi tabii, uçup gittiler.
Bizim kahraman askerler bir süre serçeleri bekledi. Tekrar ağacın dalları hareketlenince Mahmut tüfeği Ahmet’e uzattı. Askerde silaha henüz elleri değmemiş olsa da gençtiler, atiktiler, çeviktiler. Gez göz... saçmalık!
Ahmet’in nisan aldığı serçe kanat çırparak hareketlendi. Ahmet pratik zekâsıyla tüfeği sola doğru uçuş hizasına kaydırıp, biraz da öne attı ki isabet etsin. Serçeyi değil ama Mahmut’u sol gözünün altından vurdu.
Mahmut sol eliyle gözünü kapatarak bahçe içinde acı ve panikle sağa sola koşuşturmaya başladı, “Ahmeeeet, gözümü akıttın Ahmeet” feryadıyla.
“Bereket versin” kısmı su; Mahmut’un sol gözünü tam ortadan vurmak da ihtimal dâhilindeymiş ama gözünün yarım santimetre altına saplanmıştı saçma… Hastanede bandaj yaptırdılar.
Özetle, üç çakı gibi asker olarak çıktıkları nizamiyeye üç “gazi” olarak döndüler. Neyse ki memleketin güvenliğinde herhangi bir görev almadan beş gün sonra terhis olacaklardı.