Merhaba efendim.
Ben görme engelli bir kızım.
Yirmi beş yaşındayım.
***
Bir gün, çok sevdiğim engelli bir ablamı ziyarete gidecektim. Ona ufak bir hediye almak için elimde bastonla bir mağazaya girdim. Ve soruyla karşılandım:
- Yalnız mı dolaşıyorsun? Kimsen yok mu?
- El insaf, yirmi beş yaşındayım. Kimim olmalı? Hediyelik eşya bakacaktım.
Tezgâhtarın aklına yatmayan ne oldu, neden ürktü ise savsakladı:
- Şu anda yetkili yok, daha sonra uğrar mısın?
Biraz sonra bu sefer arkadaşımla gittik.
Ve sorular bana değil, arkadaşıma soruldu.
***
Meclis’e doğru gidiyorum; sesinden anladığım kadarıyla yaşlı bir adamcağız yaklaştı:
- Size yardımcı olabilir miyim?
Meclis’in bürokrasisi ile uğraşmak tek başıma zor olacaktı:
- Olur, sağ olun, dedim.
- Foto muhabiriyim, dedi.
Yıllardır bu işi yaptığını anlattı.
- Şurada oturup bir çay içelim, diye kolumu tutunca korktum.
Teşekkür ederek, Meclis’te randevum olduğunu söyledim.
- Sabırsızlanma güzelim, nasılsa götüreceğiz, deyince hemen cep telefonuma sarıldım.
Merkezî yerde olmasaydım, muhtemelen kötü bir sonuçlarla karşılaşacaktım.
***
Ankara’da, fakülte son sınıftaydım.
Oldum olası İstanbul sevdalısıyımdır.
Ve İstanbul’da, kitap yazmış yılların gazetecilerinden biri ile tanışacağım.
Basın mensupları bana birer deniz feneri gibi gelir hep...
Gazetenin yolunu tuttum. İnanılmaz bir heyecan var.
Yazarın odasına girdik. Sohbet ettik, kitabını imzalattım ve çıktım.
Gazetenin arabasıyla bıraktırma inceliğinde bulundu.
Otele geldim. Kitabı okuması için kız kardeşime verdim ve…
Bir sürprizle karşılaştık. Hayatım boyunca o aşağılanmayı unutamayacağım.
Yazar, kitabın arasına harçlık koymuştu!
***
Bir erkek avukat meslektaşım ile tanıştım internette...
- Tüh, kör olman kötü oldu! Ben de maça götürecek kız arkadaş bulduğum için sevinmiştim, diye yazıp kayboldu ortadan...
***
Bağışlayın, biraz futbol düşkünüyüm.
Görmeyen biri için futbol maçlarının anlatımı önemlidir. Spor spikerlerine görmeyenler adına çok iş düşüyor.
Ailemle birlikte televizyonda Galatasaray - Beşiktaş maçını izliyoruz. Daha doğrusu ailem izliyor, ben dinliyorum.
Sunucu maçı üç beş kelime ile tamamladı.
Biraz çaba ile spikerin telefon numarasını buldum.
Sitemli bir mesaj attım.
Hiç beklemediğim bir şey oldu; spiker hemen beni aradı. İkazımda haklı olduğumu söyleyip, duyarlılığım için teşekkür etti. Üstelik hemşehri çıktık.
***
Aradan bir kaç hafta geçti. Sunucu kelime cimriliğine devam ediyordu. Telefon ettim.
Kendisini öylesine beğeniyordu ki, söylediğim her aksaklığa bir kılıf buluyor, hata olmadığını anlatmaya çalışıyordu.
Âciz kalmıştım.
***
Aradan birkaç ay daha geçti.
Bir gün, bir iş için İstanbul’a gittim.
Spiker aklıma geldi, telefon edeyim dedim.
İnanılmaz içten konuşuyordu.
Sürprizimi açıkladım:
- İstanbul’dayım!
- Tüh, dedi, ben şehir dışındayım.
- Ne zaman dönersiniz?
- Sanırım hafta sonu.
Binbir zorlukla razı edip birlikte İstanbul’a geldiğim annemi hafta sonuna kadar kalmaya ikna edemedim.
***
Ertesi gün Ankara’ya dönecektik.
Yolculuk öncesi, sebepsiz yere kalkıp spikerin çalıştığı kanala gittim.
Kafeteryada otururken telefonuna mesaj attım:
‘Siz yoksunuz ama ben şimdi sizin şirketteyim, bu da benim şanssızlığım.’
Mesajı göndermemle birlikte, bir başka telefona mesaj geldiğinin sinyalini yakınımda duydum.
Tesadüf müydü?
‘Kardan adamların saltanatı güneşi görünceye kadardır’ diye yeniden mesaj attım.
Yine aynı sinyal!
Gerçekten spiker dostum şu an benim bulunduğum kafeteryada mıydı?
Sanki televizyon binası ayaklarımın altından kayıyordu.
Yıkılmıştım; gururumu çiğnettiğim için kendime kızıyordum.
Annemin kolunda ağlayarak zorlukla yürüyordum.
Arkamdan bir ses duydum:
- Berra Hanım, dinleyin. Çok yoğundum, toplantı, görüşme… Sabahın köründe (kelimeyi düzeltti), pardon sabahın yedisinde geldiğim şirketten gece yarısı ancak çıkabiliyorum. Sizi geçiştirmemek, sizinle uzun uzun konuşmak istiyordum; bu sebeple böyle davrandım.
Oysa spikerin orada bulunma ihtimali benim için sadece bir sezgiydi, adam böylece şüphemi gerçeğe çevirmişti.
Konuşmadan çıktım kanaldan.
Defalarca aradı ama bir daha hiç açmadım telefonunu…