Araba hareket edince, şoför yanında oturan yol arkadaşına torpidoyu göstererek:
- Versene şunu, dedi.
Yol arkadaşı, şoförün ne istediğini hemen anladı; torpido sandığından bir teyp çıkardı, her zamanki yerine taktılar. Hatta yol arkadaşı, arabada misafir olduğu halde, daha önce defalarca yapmış gibi, alışkanlıkla teybin gerekli bağlantılarını yaptı ve çalıştırdı.
Teybin içindeki kasetten hareketli bir müzik yüksek sesle arabanın şoför mahallini doldurunca yolcu koltuğundaki kişi gayri ihtiyari arkasına yaslandı:
- Bu ne yaa?
Şoför:
- Sıla, dedi. Yeni çıkan kaseti, süper!
Yol arkadaşı memnun kalmadı:
- Türkünün suyu mu çıktı baba? Ben pop müzikten hoşlanmıyorum.
Şoför teybin sesini kıstı:
- Ben de yeni yeni alışıyorum, bizim oğlan sayesinde... Kasetlerini bana verdi. Aç bi daha torpidoyu.
Açtı.
Şoför süratine rağmen gözünü yoldan ayırmadan vücudunu arabanın içine doğru eğerek torpidoyu işaret etti:
- Baksana şunlara... Bir haftadır hemen hemen hepsini dinledim. Tuğçe'yi ver.
- Neyi?
- Tuğçe hoca, Tuğçe...
Bu sırada Silivri'ye girmek üzereydiler.
- Yahu bırak şimdi Tuğçe'yi muğçeyi, türkü yok mu hiç?
- Hocam bi tane dinleyelim, alışacaksın bak... Dök şu kasetleri şuraya...
Yol arkadaşı, manavda kiraz avuçlar gibi parmakları ile kasetleri kepçeleyerek şoförle kendisinin arasına, koltuğun üstüne döktü.
Şoför yine gözünü yoldan ayırmadan rastgele bir kaset alıp önüne tuttu:
- Bu kimmiş? Bengü... Şu güzelliğe bak!
El yordamı ile teypteki kaseti değiştirdi. İstanbul'a yaklaşıyorlardı.
- Bi sigara yak da ver.
Şoför keyifle sigaradan dumanı çekip yarı açık camdan dışarı üfürdü. Sonra dikiz aynasından arkaya bakarken söylendi:
- Duruyor mu herif?
Yandaki yolcu da gülümseyerek arkaya baktı:
- Duruyor.
"Herif" elbette duruyordu. Emekli hâkimdi arkadaki... Bir Trakya kasabasından İstanbul'a getiriliyordu. Hem oğlu hem kızı, "Ben cenaze arabasına binemem, korkarım" diyerek babalarını yalnız bırakmış olsa da, tabut arkada duruyordu.