Hayat eriyen bir dondurma gibi

A -
A +

O gün sete gidememistim ve problem tam da o gün çıkmıstı.

 

Aslında yasanan trajikomik bir olaydı.

 

Yönetmen yardımcısı Aytekin aradı beni:

 

- Abi söyle bir sey oldu. Ali Yigit Bey’in soföre tokat atma sahnesinde kendini role kaptırdıgı ve can yaktıgı
gerekçesiyle soför Hayati çekimi bırakıp gitti. Ali Yigit Bey de “Ben bu sımarıgı bir daha setimde istemiyorum.

 

Ya oyuncu ya senaryo degissin” diye tutturdu. Ne yapalım?

 

Yönetmen yardımcısının bahsettigi isimler, filmdeki rollerdi.

 

- Ömrümde böyle saçmalık duymadım.

 

Biri özür diler, öteki kabul eder, biter gider. Bunun için senaryo mu degisir ya, dedim.

 

- Abi isin boyutu tahmininizden biraz fazla. “Gözümden yas çıktı” diye söylene söylene gitti çocuk.

 

- Seker kardeşim, filmin dörtte üçü bu çocukla çekilmiş. Oyuncu değiştirmek nasıl mümkün olabilir?

 

- O zaman geriye tek ihtimal kalıyor abi.

 

- Oyuncu kaprisi yüzünden senaryonun değiştiği nerede görülmüş ya? Bizim yönetmen yardımcısı Aytekin
şamatayı severdi:

 

- Abi, Türkiye’nin rekortmen senaristi Bülent Oran’dan dinlemiştim. Biliyorsun kendisi aynı anda üç
filme birden senaryo yazıyordu. Hatta bazen telefonla sete sahne yazdırdığı oluyordu. Bir gün bir film setinden yapımcı aramış. “Bülent Bey” demiş, “Bir gazino sahnesi yazmışsınız.

 

Bir sürü orkestra, figüran müşteriler, garsonlar falan... Çok masraflı...

 

Bir kolaylık yapamaz mısınız?” Merhum hemen çözümü bulmuş. “Başrol oyuncusu o sahnenin basında sevgilisine ‘Bu gazinoyu senin için kapattım’ desin. Sahneyi bos mekânda çekin. Müşteriye gerek kalmaz.”

 

- Eee?

 

- Senden de pratik bir çözüm bekliyoruz.

 

- Yarın sabah sete geleceğim, konuşuruz. Siz başka sahne çekin. Ertesi sabah sete giderken, yolda
haber geldi; bizim başrol oyuncusu Ali Yiğit Bey’in babası ölmüş. Set, Bebek’te eski karı koca tiyatrocuların eviydi. Onların vefatından sonra çocukları dizi ve film çekimlerine kiralıyordu bu güzel evi.

 

Ben o sırada Yenibosna’dan çıkmış, Edirnekapı’yı geçiyordum. Ali Yiğit Bey’in menajerini aradım, cenazenin nereden kalkacağını öğrendim.

 

Sete gitmek yerine, öğle namazına yetişmek için güzelim Cihangir Camii’ne doğru yöneldim.

 

Cami bahçesinde yan yana dikildiğimiz Ali Yiğit Bey, babasıyla huzurevindeki son görüşmesini anlatıyordu.

 

Yatağında hüzünle yüzünü oğluna çevirip söyle demiş yaşlı adam:

 

“Ah evlat, hayat eriyen bir dondurma gibi… Bir yudumluk daha hayatım olsaydı, bir kişiye daha yardım etmek isterdim. Yetim ve öksüz çocukların yüzünü güldürmek isterdim. Yetmiş yıllık ömrümde bir tek şeyle övünebilirim. Sakadan bile olsa hiç kimseye vurmadım, kimse ile kavga etmedim.”

 

Ali Yiğit Bey’in birden bir noktaya dikkatle baktığını fark ettim.

 

- Tesadüfe bak, o şımarık oğlanın da cenazesi varmış, dedi.

 

- Nasıl? Nerede?

 

Kafasıyla işaret etti:

 

- Orada iste... Musalla taşlarında iki cenaze var, demek biri de onun yakınıymış.

 

Bakışlarımla bahçedeki insanları hızla taradım; şoför Hayati bahçenin Boğaz’a doğru olan duvar dibinde sigara içiyordu.

 

Vefatından önce babasından duyduğu sözler kalbini yumuşatmış olacak ki Ali Yiğit Bey:

 

- Dün çocuğun kalbini kırdık, gidip başsağlığı dileyelim, gönlünü alalım, dedi.

 

- Helal olsun abi, sana yakışan bu, dedim.

 

Birlikte Hayati’nin yanına gittik.

 

Ali Yiğit Bey, delikanlının iki yanağını avuçlarının içine aldı:

 

- Hakkını helal et evladım. Basın sağ olsun.

 

Hayati:

 

- Yoo, benim cenazem yok, sizin için gelmiştim abi, sabır diliyorum , dedi, ünlü aktörün elini öptü.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.