Haydi horon tepelim

A -
A +

- Kırk beşe bas.

 

Televizyonun uzaktan kumandasıyla kanalları dolaşan kızından, kırk beş numaralı tuştaki kanalı isteyen baba, aradığını bulmuş olmanın keyfiyle alelacele sigarasını kül tablasına bastırıp ayağa kalktı, oynamaya başladı.

 

Kırk beş numaralı tuşta, televizyon dünyasının ‘‘ikinci liginde mücadele eden” bir kanal vardı. Neredeyse kesintisiz olarak Karadeniz müziği çalıyor, gerek stüdyodaki gerekse ekran başındaki insanlara horon vurduruyordu.

 

Baba, yemek sonrasının rehavetini üzerinden atmış, karısının, baldızının, bacanağının ve iki çocuğunun kahkahaları arasında omuzlarını titretip, dizlerini kırmaya koyulmuştu.

 

Temposunu düşürmeden bacanağına el etti, ‘‘Gel” diye… Her Karadenizli gibi, her Karadeniz müziğinin herkesi coşturduğunu sanan baba, Karslı bacanağının hayır anlamında kafasını geriye atması sonrasında, bu kez baldızını çağırdı.

 

Baldız, gösteriye tek başına katılmaya cesaret edemedi; kız yeğenini de elinden tutarak sürükledi halının üstüne…

 

Coşku ve katılımcılar artınca baba bir an oyunu bırakıp kumandaya hamle etti, müziğin sesini iyice açtı, kaldığı yerden hoplayıp zıplamaya devam etti.

 

Karısı aşırı müzik sesinden rahatsız oldu, kumandaya uzandı ama adam sertçe kolunu itti kadının…
‘‘Ha ha ha, ha uşak ha” sesleri arasında omuzlar titretiliyor, vücutlar öne arkaya eğilip bükülüyor, ayaklar yere vuruluyor, oyuna katılmayan üç kişi, oynayan üç kişiyi alkışlıyordu.

 

Ekrandaki şarkı bitince ‘‘Aaaa, tüh, bitti, oldu mu şimdi” türünden yakınmalarla odanın ortasında kalakaldı üç kişi…

 

Neyse ki ara fazla sürmedi; ekrandaki Karadenizli sunucu hemen ikinci sanatçıyı kolunda tutarak stüdyonun ortasına getirdi ve müzik yeniden başladı.

 

Evdeki ekip de yerlerine oturmaya fırsat kalmadan tekrar başladılar şamataya… ‘‘Ha uşak ha” sesleri yeniden üçüncü kat duvarlarına çarptı apartmanın…

 

******

 

Üst kattaki neşeli curcuna gürültülü bir şekilde sürerken, alt katın kapı zili çaldı.

 

Hüzünlü, asık suratlı, dokunsan ağlayacak gibi duran genç bir hanım kapıyı açtı; gelen ağabeyiydi.

 

- Hoş geldin. Sana boşuna ısrar etmedim… Bu kadın bize gerçek annemizden daha çok emek verdi. Hayatını üçümüze adadı.

 

Ağabey ayakkabılarını ve pardösüsünü portmantoya asarken:

 

- Tamam, geldim işte, hâlâ söyleniyorsun, dedi.  Durumu nasıl şimdi?

 

Kız umutsuzca omuzlarını kaldırdı:

 

- Ne bileyim, değişen bir şey yok.

 

Ölümün soğukluğu görünüyor donuk yüzünde... Züleyha Kur’ân-ı kerim okumaya çalışıyor bu gürültüde… Sen de bi’ Yasin oku diye çağırdım.

 

Sadık Söztutan'ın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.