Adam, ara sıra yaptığı gibi o gün de öğle yemeği için ünlü hamburgerciye gitti.
Garsonun siparişleriyle doldurduğu tepsiyi alıp bahçede boş masalardan birine oturdu.
Yemeğini yerken ilgisini çeken şeye, sigara faslında daha dikkatli baktı.
Karşı masada çekici bir hanım, hüzünlü bir şekilde sigara içiyordu. İlk bakışta uzun kahverengi saçları dikkat çeken, yirmili yaşların sonunda gibi gösteren hanım, sanki bedeniyle orada, sürekli dalan gözleriyle bambaşka yerlerdeydi.
Adam, önlenemez bir içgüdüyle masasından kalkıp kadının karşısında dikildi:
- Oturabilir miyim, diye sordu, cevap beklemeden kızın karşısına oturdu.
Asık suratlı kız ilgisizliğini göstermek için kafasını ters tarafa çevirip sigarasından derin bir nefes çekti.
Delikanlı:
- Geçmiş olsun, deyince kadın kafasını çevirdi:
- Anlamadım?
Adam tebessüm etti:
- Yani, deminden beri dikkatimi çekti, üzgünsünüz. Sizi üzen her ne ise onun için geçmiş olsun dedim.
- Ha… sağ olun!
- Paylaşmak isterseniz, iyi bir dinleyiciyim.
- Yoo, sağ olun.
***
Üçüncü sigarayı bitirdiklerinde genç adam bu hüzünlü hanımla ilgili hemen her şeyi biliyordu.
Mesleğinin merkezi olduğu için Ankara'dan İstanbul'a büyük hayallerle gelmiş, bir iki televizyonda ve bir ajansta kısa süreli dönemler çalıştıktan sonra işsiz kalmış, bu arada evlilik denemesinden başarısızlıkla çıkmış, sokak deyimiyle "sıfırı tüketmişti."
Metin yazarıydı.
Bütün bu serüveni, kırgın ve kısık bir cümle ile bitirirken, acı bir gülümseme gelip güzel yüzüne yerleşti:
- Bugün benim doğum günüm… Nasıl kutlama ama…
Saçlarına taktığı gözlüğü masanın üzerine bırakarak, iki avuç içini yaşlı iki gözünün üzerinden geçirdi.
***
Genç adam çaresizce ne yapacağını düşündü bir süre…
- Bi lavaboya gidip geleyim, dedi.
Geri dönüp gülümseyerek masaya oturduğunda, başından beri her tutuşunu kabul ettiği için bir kez daha sigara uzattı hanıma…
Kadın sigara eşliğinde kahvesini içmeye başlayınca adam karar verdiği planını uygulamaya koydu.
Genç hanımın, pardon Hande'nin, başından beri ilk kez hüzünden uzak, sanki bulunduğu mekâna ve gerçek hayata geri dönmüş, gözlerini büyüterek ve kaşlarını çatarak izlediği şu hareketleri yaptı:
Kot pantolonunun bozuk para cebinden ataş gibi bir şey çıkardı, telefonunun kenarına sokarak sim kartını aldı, telefonu Hande'nin önüne bıraktı.
- İyi ki doğdun Hande, umarım tekrar görüşürüz, deyip muhtemel bir itirazı duymamak için koşar adım uzaklaşırken durdu, kafasını geri çevirip:
- Bu arada Memduh ben, dedi ve hamburgercinin bahçesinden çıktı.
***
Hande "ezilmişti."
Keşke hiç konuşmasaydım diye geçirdi içinden.
Telefona elini sürmekten korkuyordu.
Ne yapacağını düşündü.
Bir süre sonra, karar vermiş bir insanın hızlı hareketleriyle sigara, çakmak ve “elini yakan” telefonu siyah çantasına atıp, yan sandalyedeki kazağını alarak mekândan ayrıldı.
***
Genç hanım İstanbul'a geldiği günden beri, yani iki yıldır çektiği sıkıntıların finalini, en şiddetli acıyla yaşadı.
Yani derdin büyüğü sona saklanmıştı sanki…
- İkisini de aynı yerden mi çaldın, diyordu kulağında uğuldayan komiser sesi…
Donuk, metalik, kendisine ait olmayan bir sesle:
- Hayır, dedi Hande, birini… yani bir tanesini bir arkadaşım hediye etti.
Memduh için hangi sıfatı kullanacağını şaşırmış, "arkadaşım" derken küçük bir sıcaklık dalgası kalbine temas edip geçmişti.
Komiser, karşısında bütün saygınlığını kaybetmiş, her türlü hakareti kabule hazır bu kadına inanmadı:
- Yok yahu! Kız bu telefonu kim kime verir, otomobil parası kadar fiyatı var neredeyse!
Hande başını kaldırmadı, cevap vermedi.
Komiser arada bir salvolarına devam ediyordu:
- Dükkân sahibi birazdan gelecek. Dua et, davacı olmasın. Hapishanede yatacak tip de yok sende… Parçalarlar orada seni...
Hande, kendisine doğum günü hediyesi veren “kırk beş dakikalık arkadaşı” Memduh için ne yapacağını şaşırmış, hamburgerciden çıktığında karşı caddede bir telefon mağazası görmüş, neredeyse beş parasız olarak girdiği bu dükkânda tezgâhtara telefon çeşitlerini getirtmiş, inceleme sırasında tezgâhtarın da meşguliyetinden yararlanıp bir telefonu çantasına atmış, ancak tecrübeli tezgâhtar masa üstündeki telefonları çabuk saymış ve acemi hırsızın koluna yapışmıştı, daha dükkânın üç adım ötesinde…
Aynı hamburgerciye her gün aynı saatte gitme, Memduh'a rastlama ve ona hediye bir telefon aldığını söyleme planı dört dakikada yatmıştı Hande'nin.
- Hah, geldiniz mi, dedi komiser kapıdan giren dükkân sahibine…
Dükkân sahibi, komiserin masasının önündeki koltuğa oturdu.
Hande adama bakıp, kafasını kirli camdan dışarı çevirdiğinde gözlerinden sicim gibi yaş yağıyordu.
Titrek dudaklarla söylediğini sadece kendisi duydu:
- Memduh...