1994 yılıydı.
İlkokul öğretmenimi ziyaret etmek için İstanbul’dan Safranbolu’ya gidecektim.
Arkadaşım “Ben de bir mektup yazayım, öğretmenimize ver” dedi.
“Olur” dedim.
***
İletişim imkânları kısıtlı olduğu için öğretmenimizle irtibatımız yoktu.
Dayım Karabük’te demir çelik fabrikasında çalışıp, Safranbolu’da oturuyordu ve öğretmenimizle tesadüfen tanışmıştı.
İşte bu yolla, 22 sene sonra, bütün eğitim hayatımın hocaları içinde en sevdiğim ilkokul öğretmenimle yeniden yüz yüze gelecektim.
Heyecanım zirvedeydi.
***
Dayımın oğlu ile birlikte öğretmenimin dağın eteğindeki evine, pardon çiftliğine ulaştığımızda, bahçenin girişinde beyaz yeleli doru bir atla, sonra verandada eşi Şaziye Hanım’la karşılaştık.
Gayet iyi hatırlıyorum, Şaziye Hanım da kocası gibi öğretmendi. İlhami Bey benim de içinde bulunduğum 4 ve 5. sınıfları, hanımı ise 1, 2 ve 3. sınıfları okutuyordu.
“Sizi tam çıkaramadım tabii” dedi Şaziye öğretmen mahcup bir gülümseme ile. “Zaten o zaman evdeki küçük çocuklarım sebebiyle dersleri de çok aksattığım oldu aslında” diye itirafta bulundu.
Zarfı aldı, titreyen parmaklarıyla açtı, mektubu hüzünle biraz inceledi “Gözlerim seçmiyor artık, sen okur musun” dedi bana.
***
“Mektuptan önce, size bir hatıramı anlatayım Hoca’m” dedim. “Ramazanın ilk günü İlhami öğretmen sınıfa geldiğinde, ‘Dün gece teravihte olanlar ayağa kalksın’ dedi. Ben hariç, sınıftaki 12 erkek öğrenci ayağa kalktı. Sıra ile hepsinin küçük kulaklarını hafif acıtacak şekilde çekti. Sebebini sonra söyledi; ‘Camide şamata olmaz.’ Sonra benim yanıma geldi, kulağımı çekti ‘Sen de teravihe gelmediğin için’ dedi. Evimiz köyün epey dışındaydı, mevsim kıştı, o yüzden gidememiştim. Ama mükemmel bir detay var burada; hem camide gürültü yapanları azarlamıştı hem de camiye gitmeyeni.”
***
Mektuba döndüm:
“Kıymetli Öğretmenim,
Siz hayatımda tanıdığım sadece en mükemmel öğretmen değil, en gayretli insandınız.
Kars’ın küçük bir köyünde, harabe bir okulu bizzat kendi ellerinizle, binbir çiçekli saraya çevirdiniz.
Bahçe düzenlemeniz, ‘erkekler’ ve ‘kızlar’ diye iki kapılı tuvaleti kendi ellerinizle inşa etmeniz, havuz yapmanız ve içine balık koymanız, bugün büyükşehir okullarında bile görmediğimiz hoşluklardı.
Hele geniş koridora sahne yapmanız, duvardan duvara perde olarak yine kendi elinizle yağlı boya muhteşem bir Mehmetçik tablosu resmetmeniz…
Askeriyeden temin ettiğiniz elbise ve ekipmanla sahneye koyduğunuz ‘Kore’deki Kahraman Ali’ oyununda bana başrol vermeniz, gala gecesinde Ali’nin şehit düştüğü sahnede, protokole davet ettiğiniz vali, belediye başkanı ve öteki zevatın yanı sıra, rahmetli babam ve rahmetli annemin de gözyaşları benim için unutulmazdı.
Bugün çok sayıda tiyatro oyununda ve sinema filminde rol aldıysam, bunu tamamen sizin içime düşürdüğünüz ateşe bağlıyorum.
Size hep minnettar kalacağım.
Ellerinizden öperim.
Zafer Algöz.”
***
Aslında Safranbolu’ya ulaştığımda, öğretmenimizin kendi yaptığı çiftlik evinde kırk gün önce vefat ettiğini öğrendim.
İhtişamlı ve zarif atının yüzünde hâlâ hüzün vardı sanki.
Şaziye Hanım, “O gün bugündür surat asıyor” dedi Poyraz için.
Teşekkür ederim. Hoşça kalın. Başarılarınızın daim olsun. 90 yıllardan beri sizi takip ederim, hem gazeteden hem kitaplarınızdan. Sonsuz güzellikler dileklerimle.