Geçen yılki parlak kariyerine inat, suskun kalan golcü geri döndü.
l Futbol giderek duygusallıktan uzaklaşıp mekanikleşiyor. UEFA’ya başvurumuz var mıydı bilmiyorum ama Londra’da bir patlamada 5 İngiliz ölseydi, Manchester’da maç saygı duruşu ile başlardı.
l İki hoca da 4-3-2-1’i seçmişti. Osayi sağ çizgiye dönmüş, En-Nesyri ilk on bire girmişti. Ve maça “ayakları yere basar” şekilde başlamıştık. Avrupa maçlarımızda genellikle olan şey Kadıköy’de de başımıza geldi. İyi oynuyoruz derken golü yedik. Sebebi gayet açıktı aslında; biz hücumda çoğalamadık, onlar dört kişi ile gelip, ceza sahamız önünde paslarla en uygun adamı (Eriksen) ve sonra da golü buldular.
l Onlar ilk yarıdaki tek fırsatı gole çevirdi, biz Tadic ve En-Nesyri ile üç pozisyon harcadık. Kalecileri Onana’nın payını es geçmeden söylemiş olalım bunu…
l Geçen yıl Sevilla’da kariyer sezonunu yaşayan Yusuf En-Nesyri, Fenerbahçe’de bir türlü patlama yapamamıştı. İkinci yarı başlar başlamaz, o dakikaya kadar rakipleri önünde kavşağı geçip ana yolda kaybolan Maximin mükemmel ortaladı, Yusuf en iyi bildiğini yaptı. Topu kafa ile yere vurarak Onana’yı şaşırttı, golü buldu.
l Gerçekten Saint-Maximin kadar rakip defansın arasına cesaretle dalan, metrobüs koridoru kadar yerde üç dört kişiyi geçen adam görmedim. Ama bunu bazen abartıyor, kendini yoruyor ve topu kaybediyor.
l Takım arkadaşları Saint-Maximin, Fred ve Amrabat’ın futbol dilini çözdükleri zaman Fenerbahçe için maçlar kolaylaşacak. Ve lüzumsuz bir temenni; keşke Garnacho ve Rashford bizde olsa…