Meşhur anekdottur: Hani lise talebesi, ''Risk nedir?'' konulu kompozisyon sorusuna ''Risk budur!'' yazarak boş kâğıt verir ya... Öğrenci bu risk tarifiyle hocasından tam not alır ama bizim Hoca, Hollanda maçında büyük gürültü koparan tercihini bu maçta da kullanarak -yani Selçuk'u yine kenarda oturtarak - büyük riske girdi. Neyse ki; bu maçta geceyi kurtaracak geçer not aldı. Milli Takım, dört gündür yaşanan ''gürültü kirliği'' sebebiyle tutuk ve tedirgin başladı maça. Hollanda kadrosundan farklı olarak sahaya çıkan Gökhan Gönül ne kadar olumluysa Burak Yılmaz da ilk yarıdaki oyunuyla o kadar verimsizdi. Bu yarıda tek olumlu hareketi, Jaager'e kırmızı kart ''aldırmasıydı.'' Burak kale ağzından dışarı atıyor, Tolga topu rakibe pas olarak veriyor, Semih geri pasını kaleciye değil rakibe ikram ediyor, Ömer Toprak, Estonya adına ''penaltı arıyor'' özetle; Ay-yıldızlı oyuncularımız ne yaptığını bilmiyordu. Rakibin daha 19. dakikada 10 kişi kalması Estonya'yı değil bizi gerdi. Türk Milli Takımı, Talinn'de veya herhangi bir deplasmanda 10 kişi kalırsa neler olduğunu çok iyi biliyoruz. Neyse ki, kaptan harika bir gol atarak gemiyi kurtardı. (Emre'nin golden sonra ısrarla yedekleri de çağırarak, birlik fotoğrafı vermesi dikkatli gözlerden kaçmadı.) Abdullah Avcı ikinci yarı ikinci golü de bulduktan sonra, Estonya için çok çok fazla sayılabilecek seyircinin önce "Ayağa kalkmayan Cimbomlu olsun" ardından "Selçuk... Selçuk..." tezahüratları arasında bu oyuncuyu sahaya sürerken, aynı seyircinin golü atıp oyundan çıkandan çok, krize sebep olup oyuna gireni alkışlaması Dünya Fair Play gününe denk gelmişti. Aynı Selçuk'un girer girmez golle buluşması bir intikam değil, futbolun ona bir hediyesiydi, diyelim...