Eshâb-ı Kirâma hürmet etmek esastır...

A -
A +

Ehl-i beyti sevmek, Eshâb-ı kirâma hürmet etmek, îmân ve kurtuluşun iki esâsıdır.

 

 

 

Abdullah Dehlevî hazretleri “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin yirmisekizincisidir. 1158 (m. 1745) senesinde Hindistan’ın Pencap şehrinde doğdu. Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerine talebe oldu. Onun sohbeti ve teveccühleri ile kemâle gelerek, zamanının bir tanesi oldu. Çok kerâmetleri görüldü. 1240 (m. 1824) senesinde Delhi’de vefât eyledi. Binlerce âlim ve evliya yetiştirdi. Bunların içinde en büyükleri Mevlanâ Hâlid Ziyâeddîn Bağdâdî’dir. Mekâtib-i şerîfe adında bir mektûbâtı vardır. Mektûplarından biri şöyledir:

 

“Allahü teâlâya, çok, temiz, sevdiği ve beğendiği gibi hamd-ü sena olsun. Ni’metlerine şükretmeyi, ni’metlerini arttırması için vesile kıldı. O’na, nasıl ve ne kadar hamd ve şükredeceğimizi bilemiyoruz. Zîrâ bizi Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden edip, Ehl-i sünnet ve cemâat i’tikâdı ile şereflendirdi. Ehl-i sünnette, Şeyhayn’ı yani Hazreti Ebû Bekr ile Hazreti Ömer’i diğer bütün ümmetten üstün tutmak, iki dâmâdı, yani hazret-i Osman’la hazret-i Ali’yi sevmek, Ehl-i beyti sevmek ve tazim etmek, Eshâb-ı kirâma (radıyallahü anhüm) hürmet etmek esastır. Bu sevgi ve tazim, îmân ve kurtuluşun iki esâsıdır.

 

Yine Allahü teâlâya hamd olsun ki, bize peygamberleri evliyâdan üstün tutma i’tikâdını ihsân eyledi. Hiçbir velînin zevk, şevk, sır ve ilimleri, hiçbir peygamberin yüksek derecelerine ulaşamaz. Çünkü velîdekiler sıfatların, peygamberdekiler zâtın tecellîsinden hâsıl olmaktadır. Bunun için evliyâ, enbiyâya tâbi oldu. Hattâ Eshâb-ı kirâmın da (radıyallahü anhüm) evliyâ üzerine üstünlüğü sabittir. Peygamberlerin en üstününün bereketli sohbetinde bulunmakla, ilâhî hikmet çeşmeleri ve nihâyetsiz feyiz pınarları oldular ve Ümmet-i Muhammedin hidâyet ve saadetine çalıştılar. Resûlullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) inâyet nazarlarından, kalblerinde öyle feyz ve nûr buldular ki, sabır, kanâat, tevekkül, rızâ ve teslimiyet, hayatlarının sermâyesi oldu. Teheccüd ve nafile ibâdetler, kendilerine güzel ahlâk oldu. Allahü teâlâya ve Resûlullaha olan aşırı muhabbetlerinden, îmân etmemiş akrabâları ile muharebeyi iki dünyâ saadeti ve kurtuluşu bildiler. Canları pahasına, din ve İslâmın yücelmesi için, cihâddan hiç geri durmadılar. Yani diğer insanların Müslüman olması için, onlara İslâmı duyurmak için, kendi canlarını verdiler. O hâlde hiçbir velî, en aşağı derecedeki bir sahâbînin derecesine erişemez.

 

 

 

Vehbi Tülek'in önceki yazıları...