Hâtim-i Esam hazretleri evliyanın büyüklerindendir. Şakîk-i Belhî'nin talebesi, Ahmed-i Hadraveyh'in hocasıdır. Afganistan’da Belh'te doğdu. 852 (H.237) senesinde orada vefât etti. Kendisine "Esam" (sağır) denilmesinin sebebi şudur: "Birisi onunla konuşurken kazayla yellendi. Hâtim-i Esam o şahıs utanmasın diye; "Yüksek sesle konuş, ancak yüksek sesle konuşulanları duyabiliyorum" dedi ve bu hâlini o kişinin ölümüne kadar kırk yıl sürdürdü. Bu yüzden ona "Esam" denilmiştir.
Âkıl bâliğ olduğu andan îtibâren, Şakîk-i Belhî'nin sohbetlerine devâm etti. Onun talebesi oldu. Şakîk-i Belhî'den İslâm ilimlerini öğrenerek âlim oldu.
Birisi Hâtim-i Esam'a; "Nasıl namaz kılarsın?" diye sordu. O da şöyle buyurdu: "Namaz vakti gelince temiz bir kalb ile niyet ederek abdest alırım. Abdest uzuvlarımı yıkar, kalben de tövbe ederim. Sonra câmiye giderim. Mescid-i Harâm'ı gözümün önüne getirir, Makâm-ı İbrâhim'i iki kaş arasında tutar, Cennet'i sağımda, Cehennem'i solumda, Sıratı ayaklarımın altında, can alıcı meleği arkamda düşünür, kalbimi Allahü teâlâya ısmarlar, sonra tâzimle Allahü ekber der, hürmetle kıyam, heybetle kırâat, tevâzuyla rükû, tazarrû ile (kendini alçaltarak) secde, hilm ile cülûs (tehiyyattaki oturuş), şükürle selâmı yerine getiririm. Benim namazım böyledir."
Muhammed Râzî anlatır: "Senelerce Hâtim-i Esam'ın hizmetinde bulundum. Sâdece bir kere hâriç, hiç kızdığını görmedim. O da, pazardan geçerken bir bakkal talebesini yakalamış; "Malımı alıp yedin, parasını ver" diyordu. Hâtim bunu görünce; "Ey Efendi! Biraz yardımcı ol, borcunu ödemesi için biraz mühlet tanı" dedi. Fakat bakkal "Olmaz" diye dayattı. Bunun üzerine çok üzülen Hâtim-i Esam, yanında taşıdığı havlusunu yere vurdu. Bir anda pazarın ortası altınla doldu. Hâtim-i Esam, bakkala; "Alacağın ne kadarsa onu al, fazlasını alma, sonra elin kurur" dedi. Bakkal alacağını aldı. Fakat para hırsından biraz daha almaya kalkınca eli kurudu ve çolak oldu.