Biz toplum olarak bilhassa gençlerimiz okumuyoruz. Yapılan araştırmalarda ülkemizde geçen yıl 50-60 bin arasında kitap basılmış olup bu gerçekten kitap yazma konusunda iyi bir başarı ve gayet sevindirici bir şey. Ancak bunca yazılan kitapları okuma durumumuz nasıl? İşte burada acı gerçek ortaya çıkıyor. TV’ye günde 6 saat, internete bağlanmaya günde 3 saat ayıran insanımız maalesef kitap okumaya sadece ve sadece bir dakika ancak ayırabiliyormuş. Yazık ki ne yazık.
İngiltere ve Fransa da insanların yüzde 21’i, Japonya’nın yüzde 14 ü, İspanya’nın yüzde 9’u düzenli kitap okurken ülkemizde yalnızca on binde bir kişi düzenli bir şekilde kitap okuyormuş. “Çok değil mi?” diyesim geliyor acı bir tebessümle... Çocuklara kitap hediye edilme sırasında ülkemiz 180 ülke içerisinde 140. sırada yer alıyormuş. Yine ülkemizde ihtiyaç malzemeleri sıralamasında kitap 235. sırada yer alıyor. Yani bu nasıl oluyor anlamak mümkün değil. Türkiye kitap yayınlama konusunda dünyada 10. sırada olmasına rağmen nasıl olur da yüzde 1 okuma oranına sahip olabilir! Demek ki biz kitapları alıyoruz, kütüphanemize ve vitrinimize koyuyoruz ve süs eşyası olarak tozlanmasını bekliyoruz. Amerika ve Avrupa’da dünyanın her yerinde bilgiye ulaşma hususunda Kütüphaneler hâlâ en önemli ve en çok başvurulan yerlerdir. Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı külliyesinde Avrupa’nın en büyük kütüphanesi kurulmuştur. Bu Selçuklu, Osmanlı gibi İmparatorluklar kurmuş bir medeniyetin torunları için Sosyokültürel, tarihî ve millî bir meseledir.
Yine ülkemizde 600 kadarı üniversite kütüphanesi olmak üzere 1500 Z-Kütüphane ve okullardaki kütüphanelerle birlikte toplam 25 bin kütüphane bulunmaktadır. Bunların dışında belediyelere bağlı bin adet kütüphane olduğunu da unutmamak gerekiyor.
Aslan Torun
Karanlık bir gecenin sabahı,
Geceden bile daha karanlık olabilir mi?
Doğan gün içimizi aydınlatmıyorsa
Sabah olmuş ne fayda?
Ya yollar çıkmazsa her zaman umuda,
Sonlar gebe miydi sahiden
Yeni başlangıçlara?
Ya hayat koca bir hayal kırıklığıysa,
Ya yaşadığımız ömür,
Aslında hiç yaşanmamışsa…
Kelimelerin tükendiği bir yerde
Haykırsan sesin çıkar mı?
Çırpındığın yer bataklıksa
Çırpınmak kurtuluşun olabilir mi hiç?
Sahi cevapsız sorular mı daha çok boğar insanı,
Yoksa dipsiz kuyular mı?
En zorlu yollar labirentler midir yoksa
Mevcudiyeti bilinmeyen yollar mı?
Ya bir yolu yoksa yahut bir sonu yoksa
Her çıkış gibi görünen yerin…
Aldanışlar insanın gücüne gitmez mi?
Çiçek bahçesi vadedilen yerde
Söyle tek bir ot dahi bitmez mi?
Sözler ayaklarıma dolanıyor,
Düş kırıklıkları kalbime…
Hangi kelimeye tutunsam,
Çaresi yok nafile…
Sessizliğe karışan sessiz haykırışlar var
İçimde…
İçimin içi acıyor.
Ve derin bir iç çekiş ömrümün baharları…
Bahar içimize de çık gel demiştim, duyulmadı.
Duymadı kimseler kalbimdeki serzenişleri,
Anlamadı.
Kuşlar geçti ömrümün baharından,
Düşler geçti, hisler geçti…
Ben geçtim ömrümün kıyısından
Ömrüm bile fark etmedi.
Ben de benden geçtim, geçtim ve gittim.
Geçtim ömrün baharından...
Ve ruhu duymadı kimseciklerin…
Ben benden,
Ben bedenden,
Ben candan,
Ben tenden,
Ben yârdan,
Ben yaradan,
Ben beni yaralayanlardan,
Ben kelimelerden,
Kelimeler konuşmaktan geçti, vazgeçti.
Bir kitaba uzandım adı vazgeçmekti!
Bir niyaza uzandım adı teslimiyet…
Kübra Can Karaca
Yetenekli Kalemler'de önceki yazılar...