Beş satır, yirmi, yirmi beş kelime ne kadar kolay, ne kadar düz ve sadedir anlatmasını bilene Anadolu. Kırmızı ve sarı, son yıllarda bu renklere alıştı. En sevdiğim renklerden BEYAZ henüz kendisini göstermedi. Aslında gösteremedi çünkü TABİAT intikam zamanı diyor ama pek duyan ya da umursayan yok. Kasım, aralık derken bir yılı bitirdik, yeni yılda yeni bir anlayış beklemek biraz hayalcilik olabilir mi? Umarım bu düşüncem sadece kuruntu olarak kalır. Ocak da geldi gidiyor, doğanın uykuya geçen sessizliği, deniz kenarlarında, ağların üstünde şaşkın, olta ucunda zamansız kandırılmış denizden koparılmış balıkların kokusu. Sahillerden uzaklaştıkça KIŞ mevsimini bir parça hissettiren sarı ve beyaz renklerin yarıştığı orman kokan yüksek dağlar… Ve şehirler eskiden insan kokan çarşıları ve tarih kokan sokaklarıyla bambaşka bir dünyadan, hepsi birbirine benzemeye başlamış kibrit kutularını andıran ucube şehirler. Şimdi diyecekler ki damda mı yatalım o zaman, cevap hazır; Fransa kırsalı, İngiltere kırsalı, Almanya kırsalı damlarda mı yatıyor? Onlara benzemeye çalışırken ne kadar saçmaladığımızı görmek için daha ne olması lazım. Hâlbuki ne güzel, ne kadar doğaldı, kuru fasulyedeki yazdan hazırlanan pelverin (domates salçası) rengi ve kokusu. Sokaklarda pastırma yazıyla başlayan pastırma ya da sucuk hazırlıkları. Genç kızların, yaşlı nenelerin ortak türkülerine eşlik eden erişteler, pekmezler…
Biliyorum bazılarımız için hatta büyük bir çoğunluğumuz için anlamsız nostalji. Türk, Tatar, Rum, Boşnak, Kürt, Giritli, Süryani, Makedon, Çerkez, Arnavut, Yahudi, Laz, Ermeni; hangi eve konuk olsanız öncelikle ikram edilecek olan şey sevgi olurmuş. Eskiler öyle anlatır peki ya şimdilerde? Kim neyi ikram edecek? Ne sevgi kaldı elde ne de saygı. Bu topraklarda o adına yemek dediğimiz basit olarak özümsediğimiz, görkemli derinliğin içinde neleri nasıl unuttuk! Aslında soru şu olmalı; neden unuttuk? Bu bereketli topraklarda yaşayanların elde ettiği sır lezzetler, bu topraklardaki bütün etnik grupların ortaklaşa sevdaları, onlara her yerde eşlik eden, sevinçler, hüzünler, acılar, törenler, duygular... Bunlar gelişme dediğimiz canavara karşı mı ki, onlara bu kadar hoyrat davranıyoruz.
Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar nasıl da boğdu bizi. Şüphesiz ki medeniyet bir canavar değildir eğer siz onu canavara dönüştürmezseniz. Anadolu mutfağının fevkalade sırrını uzaklarda aramaya gerek yok. Bu sırlı mutfağın temel taşlarını oluşturan taze sebzeler, meyveler, aromatik otlar, doğru beslenmiş etler, zamanında tutulmuş balıklar, yerel peynir çeşitlerinin harikulade zenginliği, altın değerindeki zeytinyağı aklıma ilk gelenler ve bu coğrafya her şeye rağmen bize sunmaya devam ediyor.
ÂŞIK VEYSEL ne güzel demiş; “KARNIN YARDIM KAZMAYINAN BELİNEN/ YÜZÜN YIRTTIM TIRNAĞINAN ELİNEN/ YİNE BENİ KARŞILADI GÜLÜNEN/ BENİM SADIK YÂRİM KARA TOPRAKTIR.” Ama bize ne kadar tahammül edecek bu topraklar şüpheli. Son söz BİR İNSANIN BİLDİĞİNİ ZANNETTİĞİ ŞEYİ ÖĞRENMESİ İMKÂNSIZDIR. Ama inanın bir şey bildiğimiz yok. Herkes kendi sahnelediği oyunu oynuyor. Kimin seyrettiğinin çok bir önemi yok. Bakalım nereye kadar...