Bir Pazar şakası...

A -
A +

Tercüman Gazetesi'nde çalışıyoruz... Sakin bir günün öğleden sonrasında; Ergun Hiçyılmaz'la birlikte sohbet halindeyiz. Ergun; sıradan bir boşlukla geçen günü, hareketlendirmek istiyor. Neredeyse profesyonel anlamda şaka yapmayı becerebilen bir kimliği olduğu için, hınzırlık damarları kabarmış durumda... Ama "Neler yapılabilir" konusunda aklına bir şey gelmiyor. Ben yardımcı olayım dedim. Aynı günün sabahı, ondan 2 telsiz almıştım. Kendisi o günlerde, aynı zamanda Bisiklet Federasyonu Başkanı'ydı ve bu telsizleri Uluslararası Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu organizasyonu sırasında kullanmıştı. 1980 öncesinde kimsede telsiz yoktu. Çünkü telsiz bulundurmak, büyük suçtu... Ama cazibesine kapılıp, Ergun Hiçyılmaz'dan ikisini satın almıştım. Telsizleri, "Sonra senden alırım" diye karikatürist arkadaşımız Ali Galip'e bırakmıştım... Ama o, paketin içinde telsiz değil; 2 transistorlu radyo olduğunu sanıyordu. Ergun Hiçyılmaz'ın aradığı şakaya belki malzeme olur diye, bunu hatırlattım. Balıklama atladı... Kendisi gibi şakayı seven Haber Merkezi Müdürü Burhan Ayeri'yi de çağırdı. Biliyorsunuz Ayeri; şu sıralarda Akşam gazetesinde, "Ekran Polisi" adı altında başarıyla TV eleştirileri yapıyor... Eski, usta ve son derece zeki bir arkadaşımızdır. İşte bu ikili; sakin geçen bir günü hareketlendirmek için, kafa kafaya vermişti.  O sıralar Türkiye, büyük bir sağ-sol çatışmasının içindeydi... Gazetenin tam karşısındaki Atatürk Öğrenci Yurdu, sol görüşlü öğrencilerin hakimiyetinde olduğu için, sağcı bir gazete olan Tercüman'a sık sık ateş açarlardı. Cam-çerçeve iner, herkes yere iki-seksen uzanır, ama kimseye bir şey olmazdı. Muhtemel bir toplu saldırıdan da korkulduğu için; gazete içinde asker, jandarma, sivil polis, MİT, hatta itfaiye türünden sayısız güvenlik güçleri vardı. İşte Ergun Hiçyılmaz ve Burhan Ayeri; bu güvenlik güçleriyle de işbirliği yaparak inanılmaz bir şaka organizasyonuna girdiler. Bundan, Genel Yayın Müdürü Güneri Civaoğlu'nun da haberi vardı.  Güvenlik güçleri, hesapta arama-tarama yapacaktı. 15 kadar asker, polis, jandarma ve itfaiye grubu; son derece ciddi bir yüz ifadesiyle "Kimse yerinden kıpırdamasın, arama var" diye bağırarak salona girdi. O günün şartlarında, bunlar olağan şeylerdi. Kimse yadırgamadı. Güvenlik güçleri; kimin hangi dolabında ne bulacaklarını elbette biliyorlardı ama, inandırıcı olabilmek için, hesapta her yeri aramaya başladılar. Sonunda Ali Galip'in masasına geldiler. Gerçekten çok zarif bir çizgisi olan karikatürist arkadaşımız; yakışıklı, eli-yüzü düzgün birisiydi... Ama çok pimpirikliydi. Herşeyden nem kapar, huysuzlanırdı. Polis; benim Ali Galip'e emanet ettiğim paketi eline alıp "Bunun içinde ne var?" diye sorduğunda, zaten daha o zaman rengi atmıştı. "Bilmiyorum efendim" dedi, "Zaten benim değil, bir arkadaşımın" diye ekledi. Paket açılıp 2 telsiz ortaya çıkınca, gözlerine inanamadı. Şoke oldu... Korkuya kapıldı. "Ali Samiiii.... Ali Sami..." diye, korku dolu seslerle beni çağırmaya başladı. Ben bir dolabın arkasında saklanmış olan biteni gizlice gözlemliyordum. Güvenlik güçleri, büyük bir suç sayılan telsizleri görünce "Yürü bakalım merkeze" diye, kollarından onu tutup götürmeye çalıştılar. Ali Galip daha da acınası bir sesle "Ali Samiii... Ali Samii... Nerde bu adam?" diye çaresiz haykırışlar içindeydi. O sırada Burhan Ayeri, telefonda Sıkıyönetim Komutanı ile görüşüyor gibi yaparak, güya yardım istiyordu: "Sayın komutanım... Arkadaşımızı hiç olmazsa eve götürseler, orada çoluk-çocuğuyla helalleşsin... Merak etmeyin biz kendi elimizle cezaevine teslim ederiz" deyip duruyordu. Ali Galip, cezaevi lâfını duyunca, iyice panikledi. Daha fazla saklanırsam, çocuk kalpten gidecek diye, ortaya çıktım. Beni görünce sevindi. "Bunlar senin değil mi, söyle..." dedi. "Hayır benim değil" dedim. "Nasıl benim değil diyorsun...Senin..." "Hayır, değil!" Korkudan ve öfkeden gözleri yuvalarından fırlayacak gibiydi: "Tuuuu... Yazıklar olsun... Ben de seni erkek adam bilirdim. Sen bundan sonra etek giy etek..." Sonra telsizleri göstererek sordu: "Bunları sen getirmedin mi?" "Getirdim." "Peki sen getirdin de, niye benim değil diyorsun..." "Yahu kardeşim, ben getirdim ama; benim değil. Ne var bunda? Onlar Hiçyılmaz'ın..."  Gürültüye-patırtıya Güneri Civaoğlu da geldi. "Ne oluyor burda" diye sorunca, Ali Galip panik halinde başına gelenleri anlatıyordu. Civaoğlu "Nerde bu Ali Sami" dediğinde, ben sütunun arkasında pantolonun paçalarını dizlerime kadar kıvırmıştım. Karşısına böyle çıkınca , Civaoğlu "Bu ne hal" dedi. "Kusura bakmayın... Arkadaş bana sen erkek değilmişsin, bundan sonra etek giy etek dedi... Yarın 3 bayan kıyafeti getirip, hangisini isterse artık onu giyeceğim. Şimdilik böyle idare ediyorum" karşılığını verdim. Herkes kahkahadan kırılıyordu. Ergun Hiçyılmaz; gülmekten arka üstü düşmüş, yerde kahkahadan halâ kıvranıp duruyordu.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.