Televizyonda arka arkaya hazırlık maçları seyrediyoruz. Koltuğunuzda otururken, birileri boğazınızı sıkıyor da; öyle bakmak zorundaymışsınız gibi, Çin işkencesi maçlar... Futbol, kurgu, tempo, hırs, taktik ve görsel zenginlik; o kapkara naylon çöp torbalarına tıkabasa doldurulup, sokak başındaki konteynere fırlatılıp atılmış sanki... Buğdayın tarladan hasat edildikten sonra, elde samanın kalması gibi bir durum. *** Hazırlık maçlarının sevimsiz olmasındaki en önemli neden, çok sık oyuncu değişiklikleri... FIFA eskiden özel maçlara, "En çok 5 oyuncu" değiştirme hakkı veriyordu. Şimdi bu sınır kalktı. Zırt-pırt adam değiştiriyorlar. Bir ara aynı takımdan 6 kişi girdi, 6 kişi çıktı. Görüntü kirliliği var... Can sıkıyor. Bir de buna; kulüplerin Avrupa kamplarını bedavaya getiren, üste para da veren organizatörlerin; biraz de kendileri kazansın diye, zorla oynattıkları kıytırıktan amatör maçlar var. Çünkü o zaman rakibe para ödemiyorlar. Galatasaray da bu yüzden iki günde bir maç oynamak zorunda kaldı Teknik için... Taktik için... Entegrasyon için değil... Organizatör için!. Afedersiniz... Futbolcuda işin zevki mi kalır, şevki mi?... *** Doğrudur! Bu tür maçların tadı, tuzu, biberi, baharatı, sosu yoktur. Zaten hiçbir teknik direktör de; lezzetli olsun da, milletin tadı damağında kalsın diye uğraşmaz. Hele hele, bir takımın Beşiktaş gibi omuriliği, G.Saray gibi belkemiği, Trabzon gibi bedeni değişmişse; seyredeni memnun etmek gibi bir lüksleri asla olamaz. Daum, Lucescu ve Tekelioğlu'nun beyninde, iyi oyun, güzel galibiyet, bol gol; yapılması gerekenlerin içinde belki de en son sırada... İlla da iyi oyun... Mutlaka güzel bir galibiyet... Aman bol gol... Böyle bir şey yok! Elbette olsa iyi olur. Ama; dikkatler, beklentiler ve umutların odak noktası; temelde bu üç olgu değildir. Önemli olan; gidenler ve yerine gelenlerle kimyasal özelliği tümden değişmiş, sanki başka bir madde olmuş takımı, entegre hale getirmektir. F.Bahçe'nin bu konuda pek bir sıkıntısı yok. Çünkü temel kadrosunu koruyor. Ama Beşiktaş, Galatasaray ve Trabzon gibi "Değişen" takımlarda; sahadaki yardımlaşma, bir kalecinin sert bir topa çıkışındaki refleks gibi, kendiliğinden otomatiğe bağlanmalıdır. Fakat o da kolay gerçekleşmez. *** Bir kaleci, uzaktan gelen topa "Böyle mi yaklaşayım, şöyle mi uzanayım" diye bilinçle müdahale etmez... Onda biliniçaltına yerleşmiş, kendiliğinden karar veren ve harekete geçiren hazır bir beyin programı vardır. Refleks budur. Birbiriyle ve takımın herbiriyle tamamen yabancı olan yeniler; saha içindeki kademe, ver-kaç, gölge depar, yardımlaşma, blok atak ve blok savunma için, yapılması gerekenleri refleks haline getirmelidir. Bunu kim getirecek? Elbette hoca getirecektir. Daum ve Lucescu'nun; bu noktada "Aman çocuklar bol gol atsın, aman maçı kazansın,aman güzel oynasınlar" diye bir derdi yoktur. Belki maç kaybedilmiştir... Belki çok da gol yenilmiştir... Seyirci elbette mahzun, buruk ve üzüntülüdür. Ama teknik direktör; olaya farklı açı ve beklentiden yaklaştığı için, böyle bir maçtan çok da mutlu ayrılabilir... İşte bu yüzden Daum da; 4-2 mağlup oldukları Moenchengladbach maçı için "Takımımdan çok memnunum" diyebilmiştir. Çünkü ekran başındakinin aradığı ile, takımın başındakinin aradığı; birbirini tutmaz. Fark burada! *** Konuyu kısaca özetlersek: Omurgası tümden değişmiş takımların yurt dışındaki hazırlık maçı sonuçlarına bakıp, "Bunlar ligde fırtına gibi eser" de diyemezsiniz... "Bunlardan hayır gelmez" de! Geçmiş yıllarda; bu şekilde erken varılan kanılarla, tam tersine şahit olduğumuz durumları gözönüne getirin. Bu maçları keyifle değil, bilinçle seyredin. Gerçeği, ancak o zaman algılayabilirsiniz.