Hüsnü Çil, "Kaya Çilingiroğlu çocuğumu sünnet etmişti. Parasını vermek istediğimde, beni terslemişti" diyor yazısında... Hasan Pulur da, "Şimdiye kadar en az 100 defa ricam oldu. Gönderdiğim bütün hastalara bedava baktı" diyor. Buna benzer bir çok yazı çıktı. Maaşallah, hocadan yardımları otomatiğe bağlamışlar. Bütün bunlardan sonra, "İyi insandı" demeselerdi; ayıp kaçardı. Çilingiroğlu ile elbette ben de görüşürdüm. Ama benim böyle taleplerim hiç olmadı. Ama gene de, "Şükran borcuyla" yazılan bütün övgülere katılıyorum. Çünkü hoca; gerçekten büyük, farklı, güçlü, özel ve güzel insandı. Herkesin yardımına karşılıksız koşarken, "Bunlar mevki sahibi hatırlı insanlar... Yardım edersen, yatırım olur" diye düşünmezdi. Çünkü hiçbir yatırıma ihtiyaç duymayacak kadar, güçlü birisiydi. Yapısında ve tıynetinde, "İhtiyacı olanın hizmetinde olmak" gibi bir hekimlik duyarlılığı vardı. Bu ince duyarlılığa rağmen, günlük yaşamda sert mizaçlıydı... Küfürbazdı! Ama bu, kimliği ile öylesine özdeşleşmişti ki; küfürü yiyen hiç kimse alınmazdı, kızmazdı, darılmazdı. Çünkü çoğu kez, küfürü iltifat gibi de kullanırdı. Bu yüzden, küfürü yiyenler arasında sevinenler bile olurdu. Tenis oynadığını... Veteran turnuvalarında şampiyon olduğunu... Güçlü bir spor kültürüne sahip, sıkı bir Trabzonlu olduğunu... Yıllardır spor yazarlığı da yaptığını... İstanbul Üniversitesi Spor Birliği Başkanı olduğunu artık biliyor olmalısınız. Birinci sınıf bile değil; ultra süper cerrahlığını hesaba dahi katmıyorum. Yani... Vefatıyla birlikte ortaya çıkan medya ilgisini; sakın ola ki Hülya Avşar'ın kayınpederliğine bağlamayın. Çünkü bir çok meziyeti ve ona karşı ilgiyi haklı çıkaracak türlü nedenleri karşısında, hocaya hakaret olur. Hülya Avşar'ın da, Çilingiroğlu'nu ne kadar sevdiği, ona ne kadar saygı duyduğu kolayca anlaşıldı. Bilirsiniz... Sanatçılar; anneleri, babaları, kardeşleri öldüğünde dahi, "Bu bizim kaderimiz" deyip, gene de sahneye çıkarlar. Ama Hülya; kayınpederinin vefatında, konserlerini derhal iptal etti. Bu elbette onun erdemini gösterir. Ama Çilingiroğlu'nun güçlü ve saygın karakterinin ulaştığı boyutlarını da... Hocamızla, bir anımızı hatırlıyorum. Schumacher'in F.Bahçe'de oynadığı günlerdi... Türkiye; onun Hepatit-B olduğu şüphesiyle çalkalanıyordu. Gazeteler, Hepatit-B'li bir boksörün kulüpte su içtiği çeşmeden; Schumacher'in de su içtiğini yazarak, hastalığı bu yolla kaptığını vurguluyordu. Bu konudaki görüşünü almak için, Çilingiroğlu'nun yanına gittiğimde, bu kanıya itiraz etti. "Bu hastalık; o boksörün su içtiği çeşmeden ağzını dayayarak su içmekle... Çatalını, kaşığını kullanmakla geçmez" dedi. Kan teması gerekirmiş... Ben de; gazetelerin çeşme konusundaki ısrarlı yayınlarını tekrar hatırlatınca, gürledi: "Yahu anlamıyor musun?... Hepatit-B öyle geçmez" -Peki nasıl geçer? "Eğer kan teması yoksa, bir tek şekilde geçer... Schumacher o boksörün sidiğini içer, b.kunu yerse..." -Anlaşıldı mı? -Anlaşıldı hocam!