Geçtiğimiz Perşembe gecesi; İtalya'da TIM Kupası vardı. Milan, Juventus ve Inter; 45'er dakikalık maçlarla birbiriyle oynadı. Ekran başına peşin bir keyifle otururken, "Kimbilir ne güzel maçlar seyredeceğim" heyecanı içindeydim. Ama açık söyleyeyim, Terim ve Emre faktörüne rağmen; hayâl kırıklığı oldu. İtalya'nın 3 büyüğünü 3 saat seyretmek; bir çuval keçi boynuzu yiyerek, ancak bir tutam balını tatmak gibi bir şeydi... Gecenin 01.30'una kadar süren maçlar, beni yordu. * * * Ertesi gün, Türkiye'de lig başlıyordu ve perde Beşiktaş-Trabzon maçıyla açılıyordu. Gerçek lezzet oradaydı! Üff!... Brezilyalılar bir samba oynadı; herkesin dili damağına yapıştı. 3-4 kişilik Beşiktaş kalabalığının arasından yılan gibi süzülüp kurtulmalar... Nefis bilek hareketleri... Ver-kaçlar... Al-gitler... Bel büken çalımlar... Fıtık eden fuleler... Marco, Da Silva ve Jarro... Ya herro ya merro! Beşiktaş'ın gırtlağını sıkmış; "Ya puanını ya canını" diyorlar. Savunmayı gülünç duruma düşürdüler. Siyah-beyazlılar, adamları markajla, presle, kademeyle, bölge savunmasıyla filan hiç birşeyle durduramayınca; yaka-paça yere indirmeye başladılar. Ama gene çare yoktu! Beşiktaş'ta tamba-tumba... Trabzon'da, viva la samba! * * * Herkesi şaşkına ve küskün Trabzonlular'ı aşkına döndüren Brezilyalılar; anlaşma için ilk geldiklerinde, şaşkın ördek gibiydiler. Gazetelerdeki fotoğraflarında ve televizyonlardaki görüntülerinde; ürkek, silik, başı önde gariban halleriyle, Rio'daki tinerci çocukları andırıyorlardı. Fakat maşallah; tinerli değil, hünerli çıktılar... Üstelik batan tüccarın malları gibi, sudan ucuza geldiler. Hepsini birden sadece 1 milyon dolara; alan vermez, çalan vermez! Başkan Sümer, hangi meradan bulduysa bulmuş; turnayı gözünden, ciğerinden, dalağından vurmuş... Vallahi helâl olsun! * * * Marco, Jarro ve Da Silva'nın göze hoş gelen samba ezgileri dışında; süratleri var... Hırsları var... Mücadele gücü var... Boşa kaçıyorlar... Pres koyuyorlar... İkili mücadeleye giriyorlar... Kondisyonları yüksek düzeyde! Futbolun temel kurgusunun "Yardımlaşma" olduğunun da bilincindeler. Yani sadece çalım atıp, hava atmıyorlar. Irgat gibi de çalışıyorlar. El emeği göz nuru bir futbol... Bravo! * * * Şimdi basın onları vitrine taşıdı, biz de böyle habire yağlayıp duruyoruz ya; hiç beklenmedik bir şey de olabilir. Kişilik sapması! Gösterilen olağanüstü ilgi karşısında, Brezilyalılar'ın da kendilerine "Vay be, biz neymişiz meğer" deyip; yoldan - raydan çıkma tehlikesi var. Sağolsun bizim uşaklar, şimdi onları gördü mü posasını çıkarıncaya kadar sever. "Aslanım, koçum, yavrum" diye diye, adamlar göklere çıkar; bir daha da oradan inmek istemezler. Takım onları kıskanmaya başlar. İşte sorun o zaman patlak verir!... Aman ha, sevgimizi biraz da içimizde tutmasını bilelim. Sonradan acısı fena çıkıyor! * * * Bir başka ağır yanılgı da; Trabzon'un İstanbul'daki başarısını, sadece Brezilyalılar'a bağlamak olur. Oysa bordo-mavililer; yalnız Brezilyalılar'la değil, takım halinde de mükemmeldi. Herkes gücünün üstünde oynadı. Gerçeğin özeti şudur: Maçı Takım kazandı... Ama Brezilyalılar, galibiyete pasta cila yaptı.