Merhaba. Genç işsizliğin, özellikle üniversite mezunu işsizliğin arttığı bir dönemde, sizlere diplomalı on binlerce işsiz adına seslenmek istiyorum. Yıllarca ilk ve ortaöğretim, lise, üniversite derken geçen 15 küsur yıl+6 ay askerlik... Peki ya sonra?
Sayıları on binleri bulan marketler zincirinin bir kenar mahalle şubesinde kasiyerlik, ya da onca yıl hayalini kurup okuduğunuz bölümle gram alakası olmayan işlerde üç otuz paraya çalışmak zorunda kalmak!..
Biz bunları hak ettik mi? Verdiğimiz yıllarca emeğin karşılığı, insani olmayan ücretlerle, isteklerimizle alakası olmayan mesleklerde ömür tüketmek mi? Büyüklerimize sorsanız, “gençler iş beğenmiyor.” Peki sayın büyüklerim, yıllarca emek verdikten sonra, emeğimizin karşılığını almak istememiz, iş beğenmemek mi? Ya da hak ettiğimiz paranın dilencisi olmayacağımız, sigortamızın maaşımızın günü gününe yattığı bir işte çalışmak istediğimiz için mi biz iş beğenmiyoruz?
İş dünyasına, büyüklerimize, bu konuyla ilgilenen herkese, on binlerce "diplomalı işsiz" adına sesleniyorum. Artık bize kuru nasihatler vermeyi bırakın. Zira biz nasihat değil, yalnızca hakkımız olan işimizi istiyoruz...
Orhan Can Aslan
Feridun Ağabey, bazen düşünüyorum da bize tavsiyede bulunanlar acaba neyi nasıl ve niçin tavsiye ettiklerini bilerek mi bu tavsiyeyi yapıyorlar? Bilmeden, öğrendikleri duydukları işittikleri bilgileri dersine çalışmış ilkokul öğrencisi gibi sadece okuyorlar mı?
Ben ailesinde birkaç hekim bulunan bir çiftçi çocuğuyum. Yaşım itibarıyla köylerimizin köy olduğu, doğal hayatın olabildiğince yaşandığı yılları da bilen biriyim. Zaten bu sebeple aklıma böyle sorular takılıyor... Bir iki örnek vermek istiyorum. Son zamanlarda insanımızın su içmediği dile getirilerek ve haklı olarak su içmenin vücuda sağladığı önemden söz ediliyor. Bu tavsiyeyi de hekimler ve sağlıkçılar yapıyorlar ki insanlar söze önem versin. Çünkü artık “sağlık” hemen her konuda kilit bir kelime. “Sağlığınız için” denildiğinde akan sular duruyor. “Sağlıksız” denildiğinde de... Bir hijyen kavramı geldi oturdu gündeme, insanlar temizlikten uzaklaştı. Bir tezgâhtara hijyen diye eldiven takması istendi. İnsanlara da bu eldivenli eli denetleme duygusu verildi. Biz hepimiz tezgâhtarın elinde eldiven var mı yok mu ona bakar olduk. Oysa o tezgâhtar o eldiveni elinden çıkarmadan nerelere ne şekilde dokunuyordu bunu hiç sorgulamadık. En basitiyle o eliyle para alıp veriyor sonra “nasıl olsa hijyenik eldiven” diye tezgâhtan size istediğiniz ürünü paketliyor. E o da haklı değil mi? Bir eldiveni tak çıkart tak çıkart mümkün mü? Buna el mi dayanır eldiven mi? Bazı vicdanlı olanlar kendince çözüm bulmuş da biraz geniş bir naylon eldiven bulmuş. Ürün verecekken takıyor sonra çıkarıyor. Ama o da aynı eldiveni o şekilde bir süre kullanıyor. Oysa o kişi eldiven takmasaydı, kendi elini temiz tutmak adına arada bir yıkama silme temizleme ihtiyacı hissederdi. Şimdi hijyen mi yaptık, kendimizi mi rahatlattık? Oysa bu hijyen mantığına ve pratiğine uygun bir yöntem değildi...
Eskiden nasıl olurdu? Bu tezgâhtarların kişisel bakımları yapılması istenir belli aralıklarla zabıtalarca veya sağlık yetkililerince denetleme yapılırdı. Beyaz önlük temiz kılık kıyafet öne çıkardı. Şimdi gözlerimizi hijyen mantığıyla naylon eldivene odaklayan sistem aslında doğru mu yaptı yanlış mı bilemiyorum?..
Şimdi yine “sağlığınız” için denilerek su içmenin faydası anlatılıyor. Su içmek elbette faydalı. Söyledikleri gibi su, elbette vücudun temel yapı taşlarından biri. Yeterli su elbette metabolizmayı düzenler. Besin maddelerinin taşınmasına yardımcı olur, toksin maddelerin vücuttan atılmasını sağlar... Elbette kronik birçok hastanın su tüketmesi böbrek sağlığı açısından, kan basıncı açısından, diyabet, hipertansiyon, kalp yetmezliği vb. açısından önemli.
Ama “su içmek lazım” diye öğüt veren profesyoneller niçin aynı zamanda insan sağlığı açısından çok önemli olan ve içinde su barındıran sebze ve meyveden hiç söz etmezler? Akıllarına mı gelmez? Örnek verelim mi? Mesela insanın salatalık yediğinde aslında yüksek oranda vücuda su aldığını da söylemek gerekmez mi? Çünkü salatalıkta %95-%96 oranında su bulunuyor. Yine antioksidan bakımından da zengin olan domates. Domatesin çiğ hâli yaklaşık %94’ü sudan oluşuyor. Yine yaklaşık %90’ı sudan oluşan kavun ve karpuz... Kavunda ayrıca bol miktarda A vitamini de bulunuyor bol miktarda lif de bulunuyor...
Önümüz kış ve kışın bolca tüketilen portakal ve greyfurtun da %88’i su... Rokanın %90’ı marulun %95’i sudan oluşuyor. Bunlar niye bu şekilde dile gelmiyor? Hangi birini sayayım? Mesela turp... Bildiğimiz turpta, hem A, B1, B2, B6 ve C vitaminleri gibi birçok vitamin bulunuyor. Her 100 gram turpun %93'ü su. Bunca zenginliğimiz varken çölde miyiz de vücuda sadece su içmeyi öneriyoruz Allah aşkına?
İsmail Dedeoğlu-Konya