Önümüzdeki pazartesi, 11 ayının sultanı olan mübarek ramazanın 2. haftasına girmiş olacağız. Bedenimizi, nefsimizi ve beynimizi en sağlıklı ve güzel bir biçimde kontrol altına alabilmek için bir fırsat ayı olarak lûtfedilen mübarek Ramazân-ı Şerif'in mânâ ve idrâkine hep birlikte nâil oluruz İnşallah!.. 20. yüzyılın ilk 70 senesine kadar iftarlar ve sahurlar, televizyonsuz ama bir o kadar da muhabbet ve esenlikle geçerdi. Çekirdek aile yapısı içinde sadece, "Türkiye Radyoları"ndan gelen o harikulâde ses, söz ve müzik tınıları eşlik ederdi; güzelim iftar ve sahur vakitlerine o zamanlar... 21. yüzyılın güya 'küresel' dünyası ve Türkiye'sinde ise evlerin her saâtine sadece ve sadece televizyonlar sahip oldu; üstelik 2000 civarında radyo ve 300 civarında TV kanal sayısıyla... Bilgisayar ve internet de cabası... İşin ilginç yanı ki özellikle bu sene, ramazan ayının devreye girmesiyle birlikte çoğu TV kanallarının iftar ve sahur programlarında âdetâ yarış var... Sunucuları, konukları ve program formatlarıyla bu yapımlar, bir anlamda çeşitli renkleri ve sunuş biçimlerini ekrana getirirken, bir anlamda da reyting rekabetinin sergilenişini yayınlıyorlar gibi geliyor bana... Ramazanın ruhuna ne kadar yakışıp yakışmadığı da tartışılır elbet. Özellikle ramazan ayına uygun "özgün yapımlar gerek" deyip dururduk öteden beri... Birçok iftar ve sahur programının eleştirilerine henüz girmek istemiyorum ama, benim ve birçok kişinin beğenerek ve hattâ feyz alarak izlediği bir yapımdan söz etmekte yarar var: Kanal 1'de her gün iftar ve sahur vakitlerinde dizi olarak yayınlanan "İslâmiyetin Doğuşu" adlı yapım, bendenize göre nakış gibi işlenmiş, son derece başarılı, özgün ve harikulâde bir dizi. Gerek bizim gerekse İslâm tarihine ve gerçeklerine uygun bu ve benzeri özgün film ya da dizileri bizler ne zaman çekeceğiz acaba?!..