Küreselleşmiş ve âdetâ küçücük bir köy hâline gelmiş olan bir gezegende bin bir zorlukla yaşama mücâdelesi veriyoruz. Geleceğimizin temînâtı olan biricik yavrucaklarımız ise hayat mücadelesi ve ağır sorumlulukların en ciddi ve önemli kısmını oluşturuyor. "Çocuğun var mı, derdin var!" misâliyle örtüşen "Her nîmetin bir külfeti var" ifâdesi yeterince yaşanıyor ve yaşatılıyor günümüzde. Yarıyıl ve karnelerle bütünleşecek olan mübarek kurban bayramı arefesini de bu arada yaşıyor anne ve babalar. "Atom bombasından çok daha tesirli" biçimiyle tasdik edilmiş olan TV kuruluşlarının gözlerine ise, her zamanki gibi birer perde inmiş, mil çekilmiş âdetâ. TV denilen bu muazzam araç, çocukları öylesine bir çıkmaza sokmuş ki, onu sinema ve tiyatroya gitmekten, spor yapmaktan, okumaktan, dolaşmaktan dışarıda ya da sokaklarda oyun oynamaktan ve sohbet etmekten bile mahrum bırakmış. Çocuk ve gençlerimiz, sosyal ilişkiler bakımından bayağı yozlaşmış, bir hayli içine kapanmış ve anne babanın yanına bile gidemez duruma gelmiştir. Şiddet, bilgisayar, play station oyunlarıyla; yetişkinlerin dahi izlememesi gereken aynı minvâldeki diziler, filmler ve körpecik beyinleri körelten yayınlarla birlikte, gece gündüz yatıp kalkan bir nesil var artık günümüzde. Maalesef TV denilen sihirli kutu, reyting ve rant uğruna amacına ulaşmıştır. Kapkaçın, tinerin, her türlü uyuşturucunun, şiddetin ve cinayetin kol gezdiği güzelim Türkiye'mizdeki temel sebepleri, güvenlik, eğitim, ekonomi ve sağlık şartlarının yanı sıra, biraz da TV yayınlarının çarpıklığında aramak gerekmez mi!?... Özellikle çocuklarına acımayan ve tedbirini alamayan toplumların sonucuna mı katlanalım bir de!?...