Özal'ı çok ararız!

A -
A +

Kaderin garip bir tecellisidir ki, büyük adamlar sağlıklarında anlaşılamıyorlar. Çok insan vardır ki, ölümünden sonra meşhur olmuş; kıymetleri anlaşılmış; bıraktıkları eserler baş tacı edilmiştir. Devlet ve millet hayatımıza damgasını vurmuş bir kısım ünlüler de bahse konu cilveden nasiplerini almışlardır. Yakın tarihimizde bunların başında merhum Turgut Özal gelmektedir. Teknokrat ve bürokrat olarak uzun yıllar devlet ve millet hizmetinde bulunan merhum Özal, çarpıcı icraat ve kararlarıyla, "deha"sını daha o günlerde ispatlamıştı. Nitekim; "Ağabeyim" dediği Süleyman Demirel'le uzun yıllar çalışmış; memuriyette son olarak, yine onun döneminde (12 Eylül 1980 öncesi) DPT ve Başbakanlık Müsteşarlıklarını birlikte yürütüyordu. Kader; 12 Eylül müdahalesinden sonra; önce sürgün ve daha sonra siyasi yasaklı addedilen Demirel'le yollarını ayırdı. Öyle ki; muarızlarının "takunyalı" diye yaftaladığı dönemde bizzat Süleyman Bey tarafından "deha" olarak lanse edilen Özal, aynı Süleyman Bey'in gözünde "Çankaya'nın şişmanı" bilinip dillendirilecek ve bu ayrılık ebediyete kadar sürüp gidecekti... Özal, milletin bağrından çıkmıştı. Malatyalı, taşralı; orta halli bir ailenin çocuğu idi. Devleti ve milleti; devletin ve milletin içinde bulunduğu hali çok iyi biliyordu. Özal'ı diğer siyasilerden ayıran en önemli vasfı, çağı gereği gibi okuyabilmesidir. Kayıpların neler olduğunu, zarardan nasıl dönülebileceğini ve bunun için gerekli adımların neler olduğunu biliyordu. Devlet-millet ikileminde; gerçek demokrasinin gereğini yaptı ve milletin yanında yer alarak; "devlet millete hizmet için vardır" dedi. Bu durum, Türk demokrasisinde ilk kez dillendiriliyor ve tatbik ediliyordu. İktidara gelir gelmez, öyle kanunlar çıkarıp öylesine radikal kararlar aldı ki, her biri devrim niteliğinde olup; o güne değin bunlar hayal bile edilemezdi. Seneler senesi dünyaya kapalı yaşamış bir toplumu temelinden sarsıyor; atılan her adım, alınan her karar tabuları birer birer yıkıyor; bundan da önemlisi toplumda bir "zihniyet inkılabı" gerçekleşiyordu. "İnsan odaklı" yönetim anlayışı... Özal'ın dehası; doktoru Cengiz Arslan'ın yerinde teşhis ve tesbitiyle; "duygusal zekası ile akıl zekası bu kadar dengeli bir adam görmedim" dediği özelliğinden ileri geliyordu. "Tonton Amca" halini hiç bırakmadı. Bu, onun gönül adamlığından; halk ile iç içe yaşamasından kaynaklanıyordu. Geçen sanayi devriminin kaybedildiğini görüyor; bunu telafisi için yegane çıkar yolun "bilgi toplumuna" erişmek amacıyla gençliği bu yola kanalize ederek "bilgisayar"a yönlendiriyordu. Serbest teşebbüsün, liberal ekonominin önünü açtı. Devlet odaklı bir yönetim anlayışından insan odaklı yönetim anlayışına yöneldi ki, bu, hiç de kolay olmadı. Merhum Özal, bütün bu hamlelerini kalıcı kılmak ve toplumun bir daha geri dönmesini önleyebilmek amacıyla bir yandan özel radyo ve televizyonlarla çok sesliliğe imkân verirken, öte yandan da Türk müteşebbisini dünya ile entegre yapmaya çalıştı. Böylece hamlelerini millete mal etti. Özal'ın ileri görüşlülüğüne bakın ki; bugünkü iktidarın boğuşmak ve çözmek zorunda kaldığı; "Kuzey Irak", "Kıbrıs" ve "AB'den tarih alma" konularını ta o vakitler çözmeye yeltenmiş; ama bu durumu en yakınındaki mesai arkadaşlarına bile anlatamamıştır! Şimdi ise, merhum Özal'ı herkes anlıyor ve ona yaptırmadıklarını; "ah, keşke yaptırsaydık" diye hayıflanıyor. Onu anlayamamak ve ona karşı gelmek, Türkiye'ye ve Türk insanına koskoca on-on iki sene kaybettirdi. Nitekim; bakınız; merhum Özal'dan sonra ülkede ya çivi çakılamıyor veya Özal'ın bıraktığı noktadan başlanılabiliyor... İnsanoğlu elbette hatadan ari değildir. Hatta, büyük insanların hataları da ister istemez büyük ve telafileri neredeyse imkânsız oluyor. Merhum Özal, vefatından önce, Orta-Asya Türk Cumhuriyetlerine bir seyahat yapmıştı. Seyahat dönüşü, siyasetteki hatalarını gazeteci dostumuz, İHA Genel Müdürü sevgili Fevzi Kahraman'a anlatmıştı. Bizzat Fevzi Kahraman'dan dinledim: "... Biliyorsunuz Özal, Köşk'ten inip yeni bir siyasi parti kurup başına geçecekti. Beni de İzmir ve Ege'yi örgütleyebilmem için görevlendirmişti. On-on iki günlük o son seyahatimizde; çeşitli siyasetçi, bürokrat, iş adamı ve gazeteciden edindiğim intiba, yeni bir parti kurmaya gerek olmadığı, zira Mesut Yılmaz'la Özal'ın barıştırılacağı yönünde oldu. "Üç büyük hata yaptım" Bu intibalarımı kendisine anlattığımda şöyle dedi: "Bak Fevzi! Ben hayatımda üç büyük hata yaptım. Bunlardan birincisi, siyasi yasakları kaldırmayı Meclis'te halletmeyip referanduma gitmem; ikincisi Semra hanımın siyasete girmek istemesine göz yummam; üçüncüsü ise bu adamı (Mesut Yılmaz'ı) tanıyamamamdır. Biz, ta ANAP'ın kuruluşundan beri memleket meselelerini görüşüp tartışırken, yanımızda bulunur, konuşmadan bizi dinlerdi. Onun gıllıgışlı işleri düşünüp bir hesap içinde olduğunu nereden bilebilirdim. Nitekim; onu Başbakanlığında görüp tanıyabildim ki adam, 1940-1950 seneleri arasındaki CHP zihniyetinin kafasını taşıyor! Bu kafa ile bir yere varılamaz. Ondan dolayı da, barışmayı ve birlikte hareket etmeyi asla düşünmem. Sen işine bak, hazırlıklara devam et..."

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.