Adına 'Milenyum' dediğimiz; ülkelerin birbirleriyle sosyoekonomik ve sosyokültürel alanda bütünleştiği bir yüzyılı yaşıyoruz. Böyle bir dünyaya artık büyük bir köy diyoruz ve bu köy giderek küçülüyor. 21. yüzyılın zaman tüketicileri ve yönlendiricileri tarihe sürekli etiket yapıştırıyor; "2008'de şu, 2010'da bu, 2015'te şunlar olacak, şunlar çıkacak, şöyle olacak, böyle olacak!" diye... Lâkin şiddet büyüyor!.. Evde, yollarda, hemen her yerde... Şiddete ayna tutan en güçlü kitle iletişim aracıysa televizyon. Haberler, programlar ve diziler, ülkemizde yaşanan ve gitgide artan şiddete âdeta çanak tutuyor. Şiddet on yıl önce de vardı, yüz yıl önce de, bin yıl öncesinde de... Ancak dünyada şiddetin sayısı ve vahâmeti kişisel gelişim süreci doğrultusunda ne yazık ki azalacağına katlanarak arttı. Çünkü sürekli ve anlık gelişen teknoloji karşısında insanoğlu tahayyül ve tasavvur gücüyle yetinmeyip sadece tüketti ve sonunda da bunalıma girdi. Televizyon kanalları da bizler gibi sürekli tüketiyor. Yani biz ve TV yapımları sürekli birbirimizi tüketip duruyoruz. O yüzden özler olduk siyah beyaz dönemin ruh ve kanaât dolu kokularını... Gün ve an olmuyor ki TV haber kanallarında bir şiddet haberi yayınlanmasın... Gün olmuyor ki, bir dizi filmde şiddet görmeyesin... Şiddet, çocuklukta hatırlayamadıklarımızdan mı olsa gerek, bilinçaltımızı sürekli galeyâna getirip bilinci işgâl edip esir almış zâten. İşgâl ve esâret ne kelime, beynimiz dumûra uğramıyor mu, içinde şiddet ögesi bulunan bir dizi, film ya da bir haber bülteni görüntülerinden; üstelik soframızda ve âilece ve âfiyetle yemek yemeye çalışıyorken?!.. Şiddet belâsından kurtulmanın yegâne yolu kendimizi eğitmekten geçiyor; hem biz TV seyircilerinin, hem de TV sorumlularının!..