Türkiye'nin Hollywood'u?!...

Geçen salı akşamı sanat dünyamızın bir duayeni aramızdan ayrıldı. En son Avrupa Yakası'nda Tahsin Bey rolüyle bütün seyircilere kendisini sevdiren ve alıştıran Gazanfer Özcan'ı muhakkak ki çok özleyeceğiz. Özellikle, tiyatro dünyamıza çok uzun yıllar gönül ve hizmet vermiş bir çınarına; Gazanfer Usta'ya Yüce Allah'tan rahmet, yakınları ve sevenlerine de başsağlığı dileriz. Değerli okurlar, bugün biraz da dizi ile film arasındaki farklardan ve "çok emek, özen ve para" demek olan bu yapımların, TV dünyasında seyirciler için nasıl bir değer oluşturduğu konusuna değinmek istiyorum. Bir kere diziler, ne kadar niteliklisi yayınlanıyor ya da yayınlanmış olurlarsa olsunlar, ister ülkemizde ister diğer ülkelerin seyircileri tarafından 'hazır tüketilen' yapımlar arasında yer alır maâlesef. Ve ileriye yönelik olarak genellikle sadece adları, başrol oyuncuları ve birkaç önemli iz bırakan sahneleri kalır hafızalarımızda ki onlar da çok başarılı bir biçimde yönetilmiş, çekilmiş ve oynanmışsa... Oysa uzun metrajlı çekilen filmlerin bırakmış olduğu izler çok daha kalıcı olabiliyor. Ses getiren ve çok nitelikli bir biçimde TV ekranı aracılığıyla izlediğimiz dizileri dahi genel olarak bir kez daha izlemeyi pek tercih etmeyiz. Ancak bazı filmleri, bir süre sonra ve hattâ yakınlarımızla birlikte bıkmadan ve usanmadan, Sinema salonlarının dışında TV kanalları, DVD'ler ve İnternet aracılığıyla tekrar tekrar seyredebiliyoruz. İşte burada sinemanın âdetâ bir 'büyüsü' ortaya çıkıyor. Sinema, gerçekten günümüzde artık dev bir sektör hattâ sanayi!... Sinema artık, insanoğlunun hayal bile edemeyeceği görsel ve işitsel bir büyük şölenle icrâ ediyor sanatını. 'Hollywood' bu sanâyiye en büyük örnek. Ardından elbette ki Avrupa, Japon ve hattâ Çin sineması da geliyor. Benim de ülkem adına -ve büyük bir ümitle- gerçekleşmesini beklediğim bir hayalim var; Türk Sinemasının bir gün dünya ülkeleri arasında hak ettiği önemli yeri alması ve ülkemize önemli ölçüde gelir getiren bir sanayiye dönüşmesi. Belli mi olur?!...