Toz pembe ya da havacı mavi... İki ters bir düz, aralarda ponponlar pörtletilerek örülmüş bir yün şapkanın içindeki o minik yüzü... Pembe ayakları ve en büyüğü bezelye tanesi kadar ayak parmakları! Ondan tek beklentin; var olması. Sadece var olması! Yattığı yerden kollarını, bacaklarını anlamsızca oynatıp durması, anne sütünden faydalanması, "bebekler gibi" uyuması ve gerçekçi olmak gerekirse ağlayıp durmaması. Ama; anne sütünden faydalanmayla "bebekler gibi" uyuma meselesi biraz karmaşık. Tam bir kırılma noktası. Bebek, karnı doyunca uyumak istiyor, ama!.. O minik sindirim sisteminde, hiç de minik olmayan bir beslenme ertesi kilitlenmesi yaşıyor. "Beklentileriniz çok mu büyük?" O (az önceki) şirin minik bebekten onca sesin nasıl çıktığını dehşetle kavramaya çalışırken tek bir noktaya kilitleniyorsun. Onu oradan çıkarmak! Evet, onu oradan çıkarmalısın. Bebeği de, anneyi de, aileyi de, konu komşuyu da kurtarmalısın, yahu bir şeyler yapmalısın. İşte, bu nokta biz insanoğlunu beklentilerin ehemmiyetini tüm çarpıcılığıyla vurgulamakta azizim... Yorum zamanı değil, tek noktaya kilitleniyorsun. Omzuna yatırıp sırtını ovalıyor, pat patlıyor, ağlamayı durdurmak için kucakta bebek zıplıyor, kendince komiklikler yapıyorsun. Olmuyor! Yatırıyor, karnını ovalıyor, sallıyor, masaj yapıyor, düz döndürüp ovalıyor, yan döndürüp ovalıyor, ama o ağlıyor sen geriliyorsun. Masaj yapıyor, kan ter içinde şarkı söylüyor, dua okuyor, sallıyor, ters döndürüp ovalıyorsun. Ve... Ani bir sessizlik! Yüz yüzesiniz. Gözlerinin içine bakarak "Gırk!" diyor! Ve sen buna çok seviniyorsun. Çok! Düşünün bir azizim. Kan ter içinde harcanan onca çabayı. Ödülün; üst ya da alt sindirim sisteminden tek bir rahatlama emaresi. Normal şartlar altında biri suratınıza karşı bunu yapsa haliniz ve hali nice olurdu? Ama şimdi seviniyorsun. Çünkü o beklentin oydu. Rahatlaması. İnsanın beklentisi neyse, beklenen gerçekleştiğinde; hele de sevdiğindense mutlu oluyor... "Aynı dili konuşamıyor musunuz?" Resmen tek kelimeyle edebiyat yapıyorlar. "Inga!" O kadar!.. Tek kelimedir, lakin manası çok geniş, şu dar zamanda etimolojisini yapamayacak gibiyim. Neyse, sıra sende. Anlayacaksın. Vurgularından, eslerinden, tonlamalarından. Süt mü, bez değişimi mi, gaz mı, uyku mu? Anlayacaksın. Harf harf sökecek, dili kavrayacak, yeri geldiğinde aradaki esleri sen dolduracaksın. Zamanla anlaşılıyor da nitekim. İyi dinleyeceksin, sadece kulağınla değil, yüreğinle de duyacaksın. Parmağını, minik çenesine dokundurup, abidik gubidik seslerden bir sevgi ritüeli oluşturacaksın. "Yeriim, yerim senii... kızım... oğluş... bebiş... aguuş... gülermişş..." O sevildiğini hissedecek, dünyaya bedel bir gülümsemeyle seni mest edecek, sen de daha fazla, daha hızlı anlamsız harf kümeleri saçacaksın. O sana gülümseyecek, sen ona... Neymiş? Duyup anlamak isteyince tek kelime, tek ton ses bile yetermiş. Aynı dili konuşamayanlar, frekansları tutmayanlar. Bırakalım bu kıyı mercanlarıyla iletişim kurma modelini; suni, entel, dantel suizanları arkadaşlar... Alın işte el kadar bebeyle bile iletişim kurulmuş, kuruluyor, kurulacak. Ya da bir başka lisan ile; bir "ınga"dan felsefeye dalalım, bu çelişkiler yumağından uzaklaşalım, fütursuzca devinelim annem. Oldu mu?