Bir karınca yuvasında küçük bir karınca yaşardı. Ne en güçlüydü ne en hızlı, ne de en zeki. Ama onu diğerlerinden ayıran bir özelliği vardı; ‘başkasının acısından’ gözünü asla kaçırmazdı. Bir karınca yorgunluktan buğday tanesini yuvaya taşıyamadığında, hiç tereddüt etmeden yardım ederdi. Bir başkası tökezlediğinde, onu ayağa kaldırmak için uzanırdı. Yağmur tünelleri çökerttiğinde, ilk tamire koşan yine o olurdu…
Karıncalar, onun sessiz ama sürekli varlığına çok alışmıştı. Eğer bir yük düşerse, onun yerden kaldıracağını bilirlerdi. Eğer bir geçit yarım kalırsa, onun tamamlayacağını... Bir karınca yorulursa, omzunu ona uzatacağını…
Ama kimse ona sormadı: “Sen, iyi misin? Yoruldun mu?” Günbegün sadece kendi işini değil, başkalarının işini de yaptı. Dinlenmek nedir, unuttu. Ama kendine hep şunu söyledi;
“Biraz daha dayanırsam, her şey daha iyi olacak. Önemli olan başkalarının daha az zorlanması.” Ta ki bir gün… Bacakları yorgunluktan titreyene dek…
Artık hızlı yürüyemedi. Sırtı ağrıyordu.
Eskiden canlı olan bakışları, derin bir yorgunlukla bulanıklaştı. Ama karınca yuvasını hayal kırıklığına uğratamazdı. Bir karınca yardım isteyince, son gücünü toplayıp kabul etti. Bir diğeri daha geldi, dişlerini sıktı, yine “evet” dedi. Bir üçüncüsü daha yaklaştı:
“Sen her zaman vakit buluyorsun, bana da yardım et!” Ve “hayır” diyemedi. Vee kimsenin beklemediği oldu. Biriken yüklerin ağırlığı altında bacakları çöktü. Yere yığıldı!
Yanından geçen karıncalar, artık kıpırdamadığını fark etmedi bile… Başta yokluğunu kimse dert etmedi.
“Kesin geri gelir” dediler. Ama günler geçti, işler aksadı, düşen yükleri toplayan olmadı. Omuz veren kimse kalmadı… Tüneller çökmüş hâlde kaldı…
Yavaş yavaş karıncalar anladı… Onun yaptıkları, sandıklarından çok daha fazlaydı. Onu aradılar, ama bulamadılar.
Ve bir gün, kenarda yaşayan yaşlı bir karınca içini çekerek şöyle dedi;
“O gitti… Çünkü bizi sırtlayanları, ancak yere yıkıldıklarında fark ediyoruz...”
“Peki neden bize hiçbir şey söylemedi?!” diye haykırdılar. Yaşlı karınca; “Hiçbiriniz ona nasıl olduğunu sordunuz mu?” dediğinde sessizlik çöktü.
Anladılar ki… Onun yardımını hep doğal, sıradan ve olması gereken olarak görmüşlerdi… Hep oradaydı.
Hep destek veren, hep tamir eden. Ama sıra ona geldiğinde… Kimse görmemişti!
Tıpkı hayatımızdaki gibi… Bazıları, ki bu siz de olabilirsiniz, diğerlerinden fazla yük taşır. Yardım eder, destek olur, sorunları çözer, kendilerinden verirler. Tükenmiş olsalar da “evet” demeye devam ederler. Ama kimse onların ne hâlde olduğunu sormaz. Ve bir gün, güçleri tükendiğinde ve çekildiklerinde, işte o zaman kıymetleri anlaşılır.
Ama…
O zaman geri dönmek için hâlâ güçleri ve istekleri kalmış olur mu bilinmez.
Eğer hayatınızda bu karıncaya benzeyen biri varsa, onun yere düşmesini beklemeyin. Bugün sorun ona; “İyi misin? Sana nasıl yardımcı olabilirim?”
Halime Gürbüz'ün önceki yazıları...